five

363 42 60
                                    

Rosè, şiir bitene dek ağzı açık bir şekilde dinlemişti Lisa'yı. Gerçekten o kadar çok hoşuna gitmişti ki defalarca kez dinleyebilirdi.

Rosè hep birinin en sevdiği olmak istemişti, ve birini hayatındaki her şeyden daha çok sevmek. Belki, birinin en sevdiği olmayı istemek biraz bencillikti ama kesinlikle o bunu en derinlerine kadar hak ediyordu.

Chaeyoung artık birinin onun ilk aşkı olmasını istiyordu.

Çünkü bazen insanların hayatına ansızın birisi giriyor başlarında hayatlarına pek bir anlam katmıyor sadece biraz heyecan veya anlık bir tutku belki ama insanların ruhuna iyi geliyor ve zamanla kattığı anlam da ortaya çıkıyor diye düşündü Rosè. Her ne kadar kendisi aklından geçen bu hisleri hiç hissetmemiş olsa da tahmin edebiliyordu. Ve artık Rosè göğsünde bir değişim başlamasını istiyordu, aklının sürekli sol taraflarına doğru gitmesini. İlk anları, ilk hoşlanmaları hissetmek kaçırılan gözleri yakalamak istiyordu. Ve daha sonra da, hepsinin zamanla birikip aşık olduğunu hissettirmesini istiyordu. Artık birisine "Ben sana aşığım." demek veya aynısını birisinden duymak istiyordu.

Park Chaeyoung aşk ile ilgili düşüncelerinin arasına dalmışken, Lalisa'nın yanına geldiğini fark etmemişti bile. Lisa adını birkaç kez daha söyledikten sonra nihayet işitebilmişti onu.

"Lisa-ah, dalmışım. O kadar güzeldi ki... Beni bir sürü hisse doğru yolculuğa çıkarttı." Lisa bu cümle karşısında ne diyeceğini bilemedi, çünkü her ne kadar birkaç aydır bu kulüpte olsa da ilk defa birinden böyle bir şey duymuştu, bu yüzden sadece gülümseyebildi.

"Teşekkür ederim. Seninki kadar güzel değildi aslında." dedi Lalisa kıkırdayarak. Gerçekten ara sıra hàlà Chaeyoung'ın şiirinin etkisinde olduğunu hissediyordu.

Rosè utanmıştı ve utanmaktan nefret ediyordu çünkü bunu hiçbir zaman gizleyemezdi. Anında yanakları kıpkırmızı oluyor ve ne diyeceğini de bilemiyordu.

"Bugün müsait misin Lisa?" dedi Rosè merakla. Onu evine davet etmek ve onunla daha çok vakit geçirmek istiyordu. Gözlerini Lisa'nınkilerle buluşturduğunda, Lisa'nın gözlerini kaçırması onu biraz üzmüştü ama aslında o da utanıyordu.

"Evet, sana her zaman müsaitim." Rosè ona tuhaf bir şekilde bakınca, Lisa bu cümleyi içinden söylememiş olduğunu fark etti ve onun duymamasını umarak "siktir" dedi kendi kendine.

Rosè gülümsedi. "Yani, evet demek istemiştim." Lisa'nın ara sıra şapşallaşması, Rosè'nin çok hoşuna gidiyordu. Çünkü Lisa onu bir şekilde mutlu etmeyi başarabiliyordu, eğer modunda olmasa bile.

"Bana gelmek ister misin diye merak ediyordum sadece." Lisa'nın gözleri kocaman açıldı ve parıldamaya başladı. Nedense Rosè, tamda şu anda Lisa'nın kendisini görebilmesini istedi çünkü o kadar güzel görünüyordu ki...

"Harika olur! Film izleyelim mi?" Rosè'nin oturduğu caddenin üzerinde film satan küçük bir dükkan vardı ve Rosè, eve giderken oraya uğrayabileceklerini söyledi.

Yürüdükleri yol boyunca Rosè pek sesini çıkarmıyor, genelde Lisa konuşuyordu. Tanışalı neredeyse bir hafta olacaktı ama Chaeyoung hâlâ açılamamıştı ve sebebini anlayamıyordu. Belki de içinde bir yerlerde Jisoo'yu özlemeye devam ediyor olabilirdi.

"Seni üzmek istemiyorum ama..." dedi Lalisa. Muhtemelen soracağı sorudan sonra ister istemez Chaeyoung üzülecekti ama bunu sorması gerekiyordu, çünkü başında her ne kadar üzülecek olsa da sonunda daha iyi hissedecekti.

Chaeyoung devam edebilirsin anlamında başını salladı. "Jisoo'yu hala özlüyorsun değil mi?" Chaeyoung'ın Jisoo adını duyduğu anda gözleri dolmaya başlıyordu hep, yine öyle oldu ama artık güçlü durmaya karar vermişti.

Başıyla onayladı onu çünkü eğer konuşursa sesinin titreyeceğinden emindi. Lalisa onun üzgünlüğünü hissedince bir eliyle sırtını sıvazlayıp, diğer eliyle de elini tuttu.

"Aynı şey olmayabilir ama ben de Jennie'yi. Bak Rosè, bazen acıtıyor olmasına rağmen insanlara hoşça kal demeyi öğrenmeliyiz hem de en sevdiklerimize."

Rosè bir yandan ona katılıyordu ama diğer yandan katılmak istemiyordu. Çünkü hoşça kal uzağa gitmek demekti ve uzağa gitmek de, unutmak demek. Ve o Jisoo'yu unutmak istemiyordu. Bu yüzden cevap vermeyip, onun devam etmesini bekledi.

"Hoşça kal desek bile onlar hayatımızda bir güneş gibi kalacaklar, biz söndürmek istemediğimiz sürece. Nereye gidersek gidelim, bir güneş gibi parıldayacaklar. Ne demek istediğimi anlıyorsun değil mi?"

Lisa'nın bu cümlelerini duymak daha iyi gelmişti Rosè'ye. Belki ileride, Lisa, Jennie'yi söndürmek isteyecekti ama kendisi bunu Jisoo için yapamazdı. Daima onun hayatında parıldamasına ve anılarının birlikte gittikleri her yerde canlanmasına izin verecekti. Kendisi hoşça kal demek istemese bile, Lisa bunu yapmalıydı yoksa bu gidişle hayatına onu hak eden başka birisini alamayacaktı.

"Haklısın Lisa. Onun hayatımda daima parıldamasına izin vereceğim, tıpkı bir güneş gibi." Chaeyoung nihayet konuşabildiğine göre artık iyi hissediyor olmalı, diye geçirdi içinden Lalisa.

Chaeyoung, Lisa bilmese de onu hep takdir ediyordu kendi kendine. Çünkü o da acı çekiyordu ama hiçbir zaman kendisini yalnız bırakmıyordu. Lisa'nın kalbi gerçekten bu dünyaya sığamayacak kadar güzel ve büyüktü.

Onun da sevilmesini ve mutlu olmasını istiyordu. Çünkü bunu her şeyden çok hak ediyordu Chaeyoung'a göre. Birkaç adımın ardından film satan dükkana varmışlardı.

"Hangi filmi alalım?" diye sordu Lalisa, bu sırada Rosè birkaç filme elini atmıştı.

"The Notebook'u izledin mi hiç?" Rosè eline aldığı filmi ona uzattı ve Lisa incelemeye başladı. İlgi çekici olan kapağı izlemek istemesine sebep oldu.

"Hayır..." dedi kafasını kaşırken. "Ama izleyebiliriz." ardından gülümsedi. Ve filmi aldıktan sonra eve doğru ilerlediler.





bölümlerin kelime orantısını tam ayarlayamıyorum bazen 500 kelime olurken bazen neredeyse 800 kelime oluyor aslında bu bölümü daha da uzatacaktım ama biraz diğer bölümü merak etmenizi istedim;)))

güzel şeyler oluyoridkxşfövç
tahminlerinizi bekliyorum
heartu ♡

scars in our poems 》chaelisaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin