Bölüm 22-23

10.7K 664 32
                                    

bölüm 22

Onun uyanmasını beklediği, uyandıktan sonra sürekli kızının ya da kendisinin başında nöbet tutan Mirza Amca’nın gölgesinde ona yaklaşamıyor, doya doya öpemiyor, dokunamıyor olduğu o hastane günleri ne zor geçmişti.

Ten hapishanesinde kıvranarak, ateşler içinde yanmıştı günlerce.Tek bir dokunuş için, birbirlerinin gözlerinde kayboldukları tek bir an için ölüyordu Tan. Bazen öyle zamanlar olurdu ki, tükenirdi erirdi tüm gücü. Nefesi nefesini, teni teni arardı mecnun gibi.

Anlamıyordu hiçbiri. Mehir’inin iyi olmasına sevinmesini , sadece bununla mutlu olmasını bekliyor, öfkesine, hırçınlığına anlam veremiyorlardı bir türlü. Dudaklarını arasında ılık soluğunu hissetmezse,avucunun altında kalbinin atımlarını hissetmedikçe inanamıyordu yaşadığına. Dokunmadan hissetmeden nasıl bilebilirdi ki? Lâl oluyor, âmâ oluyordu ondan uzak kaldığı anlarda. Ruhu, kalbi onsuz can çekişiyorken, Mehir’inin iyi olduğuna aklı kesmiyordu bir türlü.

Nesi olduğunu sorduklarında, “Menenjit.” demişti ona doktoru. Bağışıklık sisteminin tam çalışmadığını öğrenmişti sonra. Bedeninin basit bir gripten sonra bile çökebildiğini, bağışıklık sistemi savaşamadığı için o taptığı bedenin , hastalıkların en tehlikeli, en katı şekliyle vücut bulduğunu öğrenmişti.

İlk o zaman düşünmüştü ailelerinin rızalarını almadan yaptıkları bu evliliğin Mehir’e zarar verip vermediğini… Acı içinde ,ona yetememenin çaresizliğiyle kavrulurken ,uzun uzun düşünmüştü genç adam. Onun o küçük, rutubetli dairede daha önce hasta olmamasına şaşmak gerektiğini anladığındaysa perişanlık , pişmanlık esip geçmişti bedeninden. Tarumar etmişti onu. Yine de en büyük acı, asıl fırtına , ilk başta söyleyemediklerini Mehir’e söylerken gelmişti işte. Belki de Mirza’nın onları kendiliğinden yalnız bırakmaya razı olduğu ilk zamandı o açıklama anı,cehennem.

“Bu size ait.” demişti Mirza. “Bu kayıp sizin.Ona sen söylemelisin.”

Pencereden dışarı dalıp gitmiş kadına bebeklerini kaybettiklerini söylediği anı hatırlarken, içi sızlıyordu hala. Ona hastalığı sırasında bebeklerini , ilk bebeklerini kaybettiklerini söylediğinde onu gözlerine dolan ve bir daha hiç terk etmeyen, her düşükte, her kayıpta daha da büyüyen o karanlığı, o hüznü unutmuyordu ruhu. Unutamıyordu…

Hiçbir şey söylemeden yatağa kıvrılıp kalışını, ellerini karnına dolayışını unutamıyordu. Sessiz iç çekişlerle içi parçalanarak nasıl ağladığını, kapalı gözkapaklarından süzülen her damlanın yastığında bıraktığı ıslaklığın gittikçe büyüyerek yatağını bir acı gölüne dönüştürdüğünü unutamıyordu. Usulca uzanmıştı ona sırtını dönerek yatağında kıvrılan kadınının yanına.Daha kendisi küçücükken bedenine konuk ettiğini bilmeden kaybettiği minik cana ağlayan kadını sarmalamıştı sıkıca.Kimse gelmemişti yanlarına. Tan,ağlamaktan bitmiş, tükenmiş bir vaziyette sızıp kalan Mehir’in yanından canının yarısını onda bırakarak kalkıp kapıyı açtığında bile konuşmamıştı kimse.

Ve defalarca tekrarlanmıştı o sahne, her defasında yatağında daha da küçülerek kıvrılan Mehir. yavaş yavaş kelimeleri katmıştı hıçkırıklarının içine. Son defasında hariç… En sonunda yapayalnızken, tek başınayken yaşamıştı bu acıyı… Kavgalarının ardından yaşamıştı. Düşünmek bile istemiyordu Tan o geceyi, o kavgayı. Elini kaldırdığı an Mehir’in gözlerine dolan şoku… Sonradan başka bir şey de eklenmişti hatırladıklarının arasına üstelik. En acısı, onu en yıpratanı, onu suçluluğun idam sehpasına en fazla , en acımasızca yollayanı.

O an, iri iri açılmıştı Mehir’in gözleri. Başını iki yana sallamıştı inanamayarak. Narin , titreyen parmakları bedenini parçalayarak dışarı çıkmaya uğraşan bir hıçkırığı , hatta… hatta belki de bir korku, dehşet çığlığını tutmak, hapsetmek için kapanmıştı öpmeye doyamadığı o dudaklara… Ve diğer eli…Hiç unutmayacaktı Tan. O elin karnını nasıl kavradığını, nasıl içindeki canı korumak istercesine onunla bedeninin arasına bariyer koyduğunu unutmayacaktı. O an, Mehir’in bebeklerini ondan korumaya çalıştığı o an zihninin en karanlık dehlizlerinde,binlerce labirentle, gizli yollarla saklasa bile parıldayan bir güneş kadar aşikar, parlak, unutulmaz kalacaktı…

HIRÇIN ...Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin