Bölüm 26

10.3K 636 23
                                    

Bölüm 26...
Kaldığı daireden çıkarken, Tan’ın siniri azıcık olsun durulmamıştı. Neredeyse iki hafta olmuştu daireye yerleşeli. Mehir’in, Ankara’ya geldiği gece yapmış oldu şeye inanamıyordu. O, Mehir onu kabul etti diye sevinçten delirirken, genç kadın nasıl başarmışsa iki dakikada ayarlamış, Tan’ı resmen kışkışlayarak kaldığı binadaki boş dairelerden birine yerleştirivermişti . Hızlı adımlarla asansöre ilerledi, Mehir’in dairesinin olduğu kata çıkarken , “Bu sefer o kadar kolay kaçamayacaksın sevgili karıcığım.” diye geçiriyordu içinden. Ancak bir kez de orada denendi sinirleri. Uzun uzun çalan zile cevap veren olmadığında Mehir Hanımefendi’nin çoktan evden çıktığını anladı genç adam. Bir türlü yakalayamıyordu genç kadının çıkış saatini. Kapının önünde yatmayı bile düşünür hale gelmişti artık. Hesaplaşmanın büroya kaldığını düşünerek çıkmıştı sonunda. Tabi hesaplaşabilirse, hanımefendinin o buzdağı tavırlarını aşıp, içinde hisseden bir kadının olduğuna işaret eden tek bir tepki alırsa…

Ancak olmamıştı işte, kapıyı yine Fatma Hanım açmıştı ona. İlk gün de aynı şeyler yaşanmıştı aslında. Geldiği günün ertesi sabahı söylenerek büroya gelmişti ve Fatma Hanım, Mehir’in sabah Ersan Bey’le randevusu olduğunu söylediğinde ise… Çıldırmıştı tam anlamıyla. Sakinleşmesi için Fatma Hanım bardak bardak adaçayı taşımıştı ona. Böylece ilk sabah, “Fatma Hanım”, “Tan Bey”ler; “siz”ler, “biz”lerle başlayan ilişkileri on dakikalık bir sinir fırtınası sırasında, “oğlum , evladım” ; “Fatma Abla” lara dönüvermişti. Daha ne olduğunu anlamadan, bir de önünde bir projeyle buluvermişti kendini Tan.

Saatler geçip giderken Tan kendini sakinleşmiş, çalışır bulmuştu. Bu sabah gibi… Nasıl bir rutindi bu? Adaçayı içmeye bile alışmıştı açıkçası. Sinirlenecek bir şey olmasa bile ne olur ne olmaz diye işe girer girmez başlıyordu içmeye. Neydi bu çektiği işkence? Neredeyse her sabah aynı şeyler yaşanıyordu büroda. Ama bu sabah, özellikle bu sabah sinirleri burnuna dayanmıştı artık. Yine de uğraşıyordu hala yenilmemek, delirmemek için. Öfkesi yeterince zarar vermişti zaten .

Düşünmemek için sabahtan bu yana kendini Yağız’ın projeye gömmüştü . Arada dayanamayarak saate baksa da, en azından kendini , kafasını meşgul tutmuş oluyordu. Kapalı kapısının diğer tarafından , başka bir kapının sesinin gelmesiyle birlikte dağıldı dikkati. Başını sabahtan bu yana incelediği projeden kaldırarak, kapıya baktı. Gözleri bileğindeki saate kaydığında, kaşları kalktı alayla. Demek hanımefendi bu saatte geliyordu. Şimdi o kapıyı parçalayarak içeri girip, ona hesap sormak vardı ya… Derin bir nefes aldı bu düşüncenin üzerine. Çekmecesini açarak sabah ilk iş çantasından çıkarıp oraya attığı stres toplarını çıkardı.

“Sakin ol oğlum, hadi bak söz verdin kendine. Tepki vermeden önce biraz düşüneceksin.Hemen bağırmaya başlamayacaksın. Sakin olacaksın… Sakin…”

Ama olmuyordu… Olmuyordu. Stres toplarını her dakika biraz daha hızlı ve sert hareketlerle çevirirken sakinleşeceğine her dakika biraz daha sinirleniyordu aksine. “ Hadi be Tan. Bak, düzelteyim derken iyice batıracaksın. “ diye söylenerek bir süre daha oyalanıp durdu toplarla. Sonunda göğsündeki yangı biraz olsun azaldığında, nefesleri biraz olsun düzelip, etrafı dağıtma isteği durulduğunda gülümsedi. İsteyince, gayret edince olabiliyordu demek ki… Onca sene, ne kadar boşuna yıpratmıştı Mehir’ i, ilişkilerini… Şimdi odasında oturmaya devam edecek, o, Ersan denen herifle ilgili tek kelime etmeyecekti.

Ersan… Aklına gelmesiyle birlikte dakikalardır kurduğu set yıkıldı bir anda. Dişlerini sıktı… Nefesleri hızlandı. Tüm bedenini sarsarak geçip giden bir elektrikle doldu yeniden.” Hayır! “diye düşündü sonunda. Bu , bu sakin kalabileceği bir konu değildi. İçinde onu zapt etmeye çalışan bir şeyler, bu adamla iş yaptıklarını , ve onunla iletişimi sağlamanın en başından beri Mehir’in görevi olduğunu söyleyip dursa da kulak ardı etti o sesi.En azından gidip biraz bir şeyler söylemesi gerekiyordu Mehir’e .Ersan’ la ilgili bir şey söylemese bile… Lanet olsun… Böylesine boş boş oturup kalamazdı olduğu yerde. Karısı, hala karısı olan kadın, Mehir’i, o herifle yemekten gelmişken , sakin falan o-la-mı-yor-du! Olmuyordu işte. Öfke onu yeniden ele geçirirken bu toplantıların gerekli olduğunu ve ikisinin yalnız olmadığını düşünemiyordu bile…

Yerinde hareketlenirken “Kusura bakma sükunet, benden buraya kadar …” diye geçiriyordu içinden .

Kravatını düzelterek ayağa kalktı ve kararlı adımlarla yürüyerek kapısını açıp tam karşıdaki kapıya yöneldi. Kapıyı çalmadan , hızla içeri girerek, genç kadını şaşkın bakışlarına aldırmadan, masanın önündeki koltuklardan birine yayılarak oturdu.

"Eee, Mehir, hoş geldin. Çay falan ister misin?Ya da soğuk bir şeyler istersin belki."dedi imalı bir ses tonuyla. Yüzü gülümsüyor gibi gözüküyor olsa da aslında sinirden içi içini yiyordu genç adamın.Sesi dudaklarının arasında hakaret edermişçesine öfkeyle fırlıyordu.

Mehir derin bir nefes alarak arkasına yaslandı.

"Benim odamda olduğumuza, misafir olan da..." duraksayarak kaşlarını kaldırdı...

"Davetsiz kısmını eklememe gerek yok sanırım... Sen!” derken parmağıyla işaret etti onu. “Olduğuna göre, benim sormam daha uygun olurdu. Ama sormayacağım, işim var . Seninle oyalanamam.Şimdi ne söyleyeceksen açıkça söyle ve sonra lütfen git..." dedi sakin, ciddi bir ses tonuyla.

Oysa Tan, her şeyi unutmuş, düşünceli bakışlarla onu izliyordu. Mehir’in cevabını duyduğunu gösteren bir tek işaret bile yoktu genç adamın yüzünde. Yüzüne zorlukla oturttuğu sakinlik maskesi yırtılmış, gözleri öfkeyle alev alev yanmaya başlamıştı bile. Ayağa kalktı masaya doğru ilerleyerek ellerini koydu üzerine. Hafifçe eğildi , dik , sert bakışları Mehir’ i bulduğunda, bir an için rengi soldu genç kadının. Onu bile, onun solan rengini, titreyen dudaklarını bile görmüyordu genç adamın gözleri o an.

“Sen ne giydin öyle Mehir!” dedi bir anda dişlerinin arasından.

Mehir hafifçe kaldırdı kaşlarını.Önünde ki fincana uzandı, titrek de olsa , ağır hareketlerle götürdü dudaklarına onu. Bir yudum çay aldı.

“Etek. Gömlek. Klasik bir iş kıyafeti yani…” dedi sakin tutulmaya çalışılan yine de çaresizce ürkek bir sesle. “Sakıncası mı vardı?Kot mu giyseydim? ” diye ekledi üzerine zorlukla.

Bir an durdu Tan, tam Mehir’in karşısında gittikçe köpürerek... İçine dolan , taşmak için bendini zorlayan, binlerce harflik, kelimelik öfke selinin önünde dikilerek… Bastıran, zorlayan, göğsünü yırtarak dışarı çıkmaya çalışan , canını yakan o canavarı zapt etmeye çalışarak dikildi. Mehir’in sakin görünümlü derin maviliklerinin içinde kopan o korku dolu fırtınayı, can simidi yaptı kendini boğan o denizde. O korkudan setler çekti öfkesinin önüne. Durdu… Durdu… Sonunda hareket edebilir hale gelip, sıkmaktan bembeyaz olmuş parmaklarını masadan çekebilene kadar,serkeş adımlarla o kapıdan geri çekip gidebilene kadar… Durdu orada. Ve sonra çıktı odadan. Tüm hıncını kapıdan alan, neredeyse binayı sarsan, iki kapının karşılıklı olduğu koridorun, en ucundaki geniş alanda konuşlanmış masasında oturan Fatma hanımı ,yerinden zıplatan bir çarpmayla itti çıktığı odanın kapısını.

Bir anda kapının arkasından gelen kırılma sesiyle irkildi genç adam. Haftalardan sonra ilk defa İlk defa yıkılmıştı Mehir’in sakinlik perdesi… Demek hanımefendinin o soğuk buzdağı görünümü altında volkanlar kaynıyordu hala öyle mi? Bir anda duraksadı. Tüm öfkesi kül olup havaya savrulmuştu sanki. Yüzünde garip bir ifadeyle ona bakan Fatma’yla göz göze geldiğinde gülümsedi hafifçe, göz kırptı. Fatma “Allah akıl fikir versin…” dercesine başını iki yana sallarken , Tan bir elini cebine sokarak kapıyı açtı yavaşça.

Yere baktığında az önce genç kadının masada duran fincanın parçalar halinde yerde olduğunu gördü. Kaşlarını kaldırarak kınarcasına baktı karşısındaki mavi alevlere. Kapıya sırtını yasladı, kollarını göğsünde kavuşturdu.

"Fincan önemli değil tabi ki… Ancak kapılar pahalıya gelmişti, biliyorsun Mehir." dedi dalga geçerek

Genç kadın tek kaşını kaldırdı hafifçe. Arkasına yaslandı, kollarını göğsünde kavuşturdu o da. Hemen ardından bunun Tan'ın sıklıkla yaptığı bir hareket olduğunu hatırlayarak öfkelendi kendine. Koltuğun kolçaklarına indirdi kollarını hızla. Dövüşe hazırlanır gibi omuzlarını kaldırmıştı. Başını hafifçe eğdi, bu sefer sakin görünmeye çalışmayı aklına bile getirmiyordu.

"Sen kapıyı çarparken daha mı ucuzdu peki Tan?" diye parladı öfkeyle.

Tan Mehir’in bu çıkışı üzerine kahkahasını tutamadı daha fazla. O güldükçe rengi gittikçe koyulaşan bir kızıllığa bürünen Mehir’in yüzüne bakarak, duruldu sonunda. Seviyordu bu kadını işte, hem de deli gibi seviyordu onu. Her halini seviyordu. Gülümsedi , tek kelime etmeden kapıya yöneldi sonunda. Tepkisiz değildi Mehir, göstermeye çalıştığı kadar aldırmaz, önemsemez değildi ona karşı.Dalga geçiyordu kendi kendisiyle. Mehir’in her tepkisine razı olur hale gelmişti öyle mi? “Öfke olsun, sinir olsun… Tepki versin de…” der hale gelmişti öyle mi?

Mehir’ se hızla fırlamıştı onun arkasından. Bir kez sinirleri oynamıştı artık . O da söylemeliydi içinde kaynayanları. Tam odasına giremeden yetişti sonunda ona. Kolundan tutup çekti, odasına fırsat vermeden kendisine dönmesini sağladı Tan’ın. Koridorun ortasında yüz yüze kalmışlardı şimdi. Ellerini beline dayanmış öfkeyle bakıyordu ona. Hayır, daha doğrusu sinirden tepiniyordu resmen.

“İnanamıyorum sana! Ne… ne mi giydim? Daha kapıdan girer girmez odama dalıyorsun! Ve bana sorduğun bu mu! Ne giydin? Toplantıda ne konuştunuz, projeler nasıl gidiyor değil…Ne giydin öyle mi!Sonra…” bir an sustu, bulamadı kelimelerin devamını, başladığı yeri unutmuştu sanki.

Başını salladı hırsla. “Sonra… ” dedi yeniden… Hatırlayamadı, durmuştu beyni adeta. Öfkeli bir çığlıkla ayağını yere vurdu.Bulamadı yine de.

“Sonra… sonra… Kapıları çarpıyorsun.” Diye bağırdı öfkeli bir haykırışla.

Tan derin bir nefes aldı. Şimdi… Evet şimdi hatırlamıştı işte asıl neye delirdiğini. Gözlerini kıstı , baştan aşağı süzdü genç kadını. Gözleri gömleğinin açık düğmelerinin ortaya serdiği beyaz dekoltesinde, mini eteğinin altında ,sonsuza kadar uzanıyor ve zar gibi çorabı yüzünden neredeyse çıplak görünen bacaklarında, o incecik topuklu ayakkabısında dolandı.

“Haklısın tabi! Ne giymedin diye sormam lazımdı değil mi!” dedi hafifçe eğilerek.

“Ne demek istiyorsun sen!” dedi Mehir bir an için olduğu yerde bir kez daha ayağını yere vurarak.

“Ne demek ne giymedin! Al, tamam o zaman!Göstereyim ben sana giyinmemeyi…” dedi öfkeyle. Artık çıldırmıştı o da… Çok denemişti, cevap vermemeyi, sakin olmayı, onunla kavga etmemeyi çok denemişti. Ama deli bir rüzgar gibiydi Tan’ın öfkesi, alıp götürüyor kendine katıyor , kendinden yapıyordu seni sonunda. Karşı koymak için durmak yetmiyordu, esmek istiyordun sende. Yıkıldığın kadar yıkmak, parçalamak istiyordun. En az hırpaladığın kadar kırılacağını, parçalanacağını bile bile, delicesine esmek , aklını kaybedene kadar savaşmak, savaşmak istiyordun… Belindeki elleri bir an ayrıldı yerinden, boğazına gitti, aşağı kaydı sonra, hırsla koparırcasına bir düğme daha açtı. Tam ikinci düğmeye de uzanmışken Tan’ın eli durdurdu genç kadını. Resmen arbede yaşıyorlardı şimdi.

“Bırak! Bırak…. Bırak dedim…. Giyinmemekmiş! Göstereceğim sana nasılmış giyinmemek…Bırak dedim sana ! Açacağım o düğmeyi, hepsini, hepsini açacağım…Kahretsin, kahretsin kahretsin… Ne istiyorsun benden ha! Ne istiyorsun sen… Bıraksana!! Bıraaaaaaakkkkkkkkkk…” diyerek bağırıyordu Mehir Tan onu engellemeye çalıştıkça, sonunda topuğunu genç adamın ayakkabısına geçirdi , fırsattan istifade bir düğme daha açtı Tan’ın , “Mehir! Kapa o düğmeyi! Mehir sana diyorum, bak hemen kapa !Delirtme beni! Mehiiiir!!! Kapa o düğmeleri diyorum sana ! Delirtecek misin beni kadın sen!” diyerek onu engellemeye çalışmasına aldırmadan.

Şimdi gömleğinin içine giydiği, eflatun sutyenin danteli de serilmişti ortaya. Gözleri yuvalarından fırladı genç adamın. Tam Mehir’ i paketlercesine, kollarıyla sarıp, zorla odasına sokmak için atılmaya hazırlanıyordu ki, önce bir öksürük, sonra Fatma’nın sesi duyuldu koridorun ucundan.

“Sanırım unuttunuz ama… Yaklaşık 15 dakika sonra Tarık Bey ve asistanı Eylül Hanımlar gelecekler. Soyunma ve didişme faslını mı sonraya bırakacaksınız, yoksa toplantıyı mı iptal edeyim?”

Kısa bir süre için birbirine bakmayı sürdüren çift birbirine öfkeli bakışlar atarak odalarına dönerken, Fatma’nın yüksek sesle “Boş bırakmamak lazım bunları, yoksa büroyu başımıza yıkacaklar maazallah. İki haftadır iyiydi yine ama bugün bakın, Mehir Hanım’da delirdi sonunda. Aştılar kendilerini… ” dediğini duydular birisine. Şaşkınlıkla dönüp baktıklarında , Fatma’nın masasının önündeki koltuklardan oturan ve de yüzünde geniş bir sırıtmayla onlara bakan Öykü’yü gördü öfkeli çift.

Tan huzursuz bir şekilde ellerini saçlarından geçirirken, Mehir boğazını temizledi, saçını başını düzeltmeye çalıştı titreyen parmaklarla. Tan’ın bir anlığına Mehir’e ilişen gözleri, açık düğmelerde kaldı yine. Gayrı ihtiyarı bir hareketle iliklemek için uzandığında sert bir tokat yedi eline. Mehir’in öldürücü bakışlarından kaçmaya çalışırken boğazını temizledi ne yana bakacağını şaşarak.

Mehir ona ters ters baktıktan sonra, “Eee…. Hımmm… Hoş geldin Öykücüm…” derken, en son açtığı düğmeyi iliklemeye çalıştı aceleyle.

“Hoş geldin Öykü” diyerek katıldı ona Tan. Çaktırmadan Mehir’e kaçamak bir bakış attığında, Mehir’in ona bakan kızgın gözleriyle karşılaştı yeniden. Birbirlerine çarptıkları anda ters yöne uzaklaşan trenler gibi kaçıvermişlerdi birbirlerinden. Mehir Öykü’ye doğru ilerlerken, Tan kalakalmıştı ayakta sonunda iki arkadaş sarmaş dolmaş olup, hasret gidermeye başlayınca, odasına çekilmeyi daha doğru buldu genç adam.

HIRÇIN ...Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin