[Özel Bölüm]

216 23 4
                                    


"Efe, yorulmadın değil mi?" dedim Efe'ye bakarak. Baktım bakmasına ama sorumun cevabının saçma olduğunu o an anlamış buldum. Saçları hafif ıslaktı. Sarı saç tutamları gözüne girip duruyordu. Ve yedi yaşında olmasına rağmen çok zayıf duruyordu. Durdum ve onu izledim bir süre. Ellerini dizine koyup, kendine gelmeye çalışıyordu.

"Teyze, gideceğimiz yere çok kaldı mı? Ben..." nefes alıp verdi tekrar, "...çok yoruldum."

Onun okuma yazmayı sökmesinden bir yıl sonra getireceğime söz verdiğim yere götürüyordum. Ona, onun seveceği güzel bir hediye bırakacak ve seneler sonra o hediyesini açmasını isteyecektim. Ona verebileceğim tek güzel şeydi bu. En azından bunu yapmalıydım.

"Efeciğim, bu yaşlı teyzen seni taşıyamıyor, o yüzden üzgünüm." Ona burukça gülümsediğim vakit, kendini toparlardı, ellerini havaya kaldırıp esnetti ve bana döndü. "Bak, yorgunluğum geçti. Üzülme sen, ben seninle her yere giderim."

Sözleri... Yüreğimi okşattı, beni kendime getirdi. Ve iyi ki dedim içimden, iyi ki Cılız'ı tanımış ve onun parçasını görmüştüm. Bu çocuk gün geçtikçe daha farklı özelliklerini gösteriyor, daha olgun davranıyordu. Bazen şaşırıyordum ona. O farklı bir çocuktu, güzel bir gelecek barındırıyordu.

Kaşlarımı kaldırıp, düşünür gibi yaptım. "Hım... Az önce yorulmamış mıydın sen?" Ben soruma cevap vereceğini beklerken, aniden kollarını belime doladı ve bana arada iki üç boşluk olan dişleriyle gülümsedi. "Seni üzmek istemiyorum teyze. Sen annemin yarısısın, anneannemin de yarısı." Yüzü soldu Cılız'ın annesi aklına gelince. Onunla beraber benim de söndü. O hiç görmemişti annesinin ailesini. O da Efser gibi bilmiyordu.

Onun üzgün yüzüne daha fazla dayanamadan küçük ellerinden birini alp tuttum elimle. Az kalan yola doğru yürümeye başladık tekrar. Onunla hem yürüyor, hem de sohbet etmeye devam ediyordum. Bana okuldaki arkadaşlarını anlattı ilk. Devamını derslerine, öğretmenine getirdi. Öğretmenini güzelce anlatıp, arada kahkaha atarken annesini de sözlerinin arasına koymayı da unutmamıştı. Okula başlamadan okumayı ve yazmayı öğrendiği için hayıflanıyordu. Ama bilmiyordu bunun bu kadar güzel olduğunu. Eğer okumak ve yazmayı seçebileceğim bir yaş aralığı olsaydı, yürümeyi öğrendikten hemen sonra seçmeyi isterdim.

Okuma iyiydi.

Okumak güzeldi.

Okumak insanlığı öğretirdi.

Efe konuşmasını durdurdu bir süre. Ve onun konuşmasını bitirdikten sonra gelmiştik o yere. Burası araziydi, benim arazim. Her çocuk için ektiğim güzel ağaçların bulunduğu, minik arazim. Ailemden bana kalan tek yadigar olan arazim. Çocukken oynadığım bu bomboş arazi, şu an meyvelerin olduğu güzel bir araziydi.

Efe'nin elini sıkıca tutup, gülümsedim ona. Ve dudaklarım heyecanla cümlelerimi dile getirmeye başladı. "Burada birçok kişinin ağacı var Efe. Annenin, dayının; Simge, Funda, Kübra ve Canan teyzenin. Hatta Efser ve senin bile var." derken ben, o inanamıyormuş gibi baktı çevreye. Şaşkınlıktan ağzı açıktı, gözleri büyümüştü. Ona da hak veriyordum, emekliliğimden sonra kim bilebilirdi ki, burayı daha güzel bir hale getirdiğimi.

"Teyze, benim ağacım nerede?" dedi hevesli. Ona uzakta, sağda olan ağacı gösterdim. Annesinin ağacından daha genç bir ağaçtı ama yemyeşil yaprakları rüzgarda güzelce savruluyordu.

Ona gösterdiğim ağaca doğru koştu. O oraya vardığında dahi ben yarı yolda ilerliyordum. 61 yaşında olan ben, gücümü gerektiği yerde kullanmak zorunda hissediyordum ben. Eşim ise büyü bir çınar ağacı gibiydi. Hala dimdik, gururla ilerliyordu.

ÇocukWhere stories live. Discover now