33

442 40 12
                                    

Eleanor Shawn ile kavga ederken bile pişmanlık içindeydi. İlk kavgalarının sebebinin bu kadar saçma olması bile tam bir pişmanlıktı.

Boş boş karşısındaki televizyona bakıyor fakat ne gösterildiğini görmüyordu. Sadece evde ses olsun diye televizyonu açmıştı ama reklamların gürültüsü bile beynindeki düşünceleri susturamıyordu.

Acaba Shawn şuan ne yapıyordu? O da pişman olmuş muydu? Yoksa Eleanor'a hala kızgın mıydı? Tekrar barışabilir miydiler? Belki de Shawn özür dilemek için Eleanor'un evine geliyordu. Ah, hayır, Shawn'ın özür dilemesi gereken hiçbir şey yoktu, tüm bu saçmalıklar Eleanor'un suçuydu. O zaman kedi pisliğini temizlemeliydi, değil mi?

Bir anlık kararla ayağa kalktı. Siyah kotuyla ayıcık desenli gri kazağını giydikten sonra siyah botlarını da alarak çıktı. Sadece üst sokağa gidecekti fakat evin kapısını kapattığı anda montunu almadığına pişman olmuştu. Tekrar içeri girerse cesaretini kaybedeceğini düşünerek ve kalın kazağına güvenerek Shawn'ın evine doğru yürümeye başladı. Hızlı adımlar atarken atıştıran yağmur yüzünden ıslak olan asfaltta kaymamaya da dikkat ediyordu. Henüz birkaç adım atmışken yağmur hızlandı, evren bugün tamamen onu engellemek için var gibiydi. Ama hayır, Shawn'dan özür dilemesi gerekiyordu.

Hızlı ve dikkatli adımlarla üst sokağa ulaştı ve birbirine benzeyen güzel evlerin arasından geçerek Shawn'ın evinin önüne geldi. Arabası kapının önünde değildi, Eleanor Shawn'ın evde olmayacağından korktu ama yine de denemeye kararlıydı.

Kapıyı tıklattı ve beklemeye başladı. Bir kaç dakika sonra tekrar kapıya vurdu, hemen ardından da zile bastı. Belki duymamıştır, diye düşündü. Eğer şimdi Shawn ile konuşamazsa cesaretini kaybederdi. Birkaç denemenin sonunda evde olmadığını kabullenerek telefonunu çıkardı. Rehberde Shawn'ı bulduktan sonra arama tuşuna basarak beklemeye başladı.
Cevap yoktu. Tekrar denedi. Tekrar. Tekrar. Tekrar. Telefon ile de ulaşamayacağını anlayınca düşünmeye başladı, nereye gitmiş olabilirdi?

Sonra aklına gelen fikirle rehberinde Nash'in numarasını buldu. Tam arama tuşuna basacakken Cameron'ın onu aradığını gördü. Shawn onlarla birlikte olmalıydı, sevinçle Cameron'ın aramasını kabul ederek telefonu kulağına götürdü.

"Cameron! Shawn sizin yanınızda mı? Hemen onunla konuşmam gerek. Neredesiniz? Yanınıza geleyi-"

"Eleanor, hastanedeyiz."

"Ne? Neden? İyi misiniz? Kime ne oldu? Ağır bir şey değil, değil mi?"

"Shawn trafik kazası geçirmiş."

Eleanor bir çığlık duydu. Kendi çığlığı olduğunu fark edememişti. Telefonun elinden kaydığını hissetti, kafasını aşağı eğip telefonun düşüşünü seyretti. Sadece ekran kırılırken, Cameron telefonun diğer ucundan ona sesleniyordu. Konuşma yetisini kaybetmiş gibi hissederken, tek yapabildiği içten içe düşünmek oluyordu. Lütfen... Lütfen ona bir şey olmasın. Şimdi olmaz. Bu şekilde olmaz.

Yere eğilip telefonu aldı. Fısıltı şeklinde çıkan sesiyle konuştu.

"Hangi hastane?"

Cameron'dan hastaneyi öğrendikten sonra yürümeye başladı. Hastane yakında değildi ama bir taksinin geçmesi için öylece bekleyemezdi. Herhangi bir taksi görene kadar yürüyecekti. Hızlı adımlar atarken kazağının arasından geçerek vücuduna işleyen soğuğu hissetmiyordu. Belki de hissetmek istemiyordu. Sadece Shawn'ın yanında olduğunu hissetmek istiyordu. Saçları yağmurla ıslanırken gözünden akan yaşları sildi. Belki de onlar gözyaşı değil, yağmur damlasıydı, bunun bir önemi yoktu. Şuan dünyadaki en önemli şey Shawn'dı.

Yoldaki taksiye elini kaldırdıktan sonra bindi ve adresi verdi. Araba giderken ışınlanmanın icat edilmiş olmasını umdu, beklemek ölüm gibiydi.

Hastanenin önünde indi ve koşar adım içeri girdi. Cameron'ı tekrar aradı ve nerede olduklarını öğrendikten sonra yanlarına gitti.

Hastane koridorunun en köşesinde oturmuş çaresizce bekleyen on iki kişilik grup hemen göze çarpıyordu.

Eleanor onların yanına gitti ve sorar gözlerle onlara baktı. Aaron çenesine kapalı bir kapıyı işaret etti. Shawn ameliyattaydı.

"Ailesine haber verdiniz mi?"

"Yoldalar."

Bağırıp çağırmanın bir işe yaramayacağını bilen Eleanor diğerlerinin yanına oturdu ve sessizce ağlamaya devam etti. Annesinin küçükken ona öğrettiği şekilde dua okumayı da ihmal etmiyordu.

Shawn'ın ailesi gelmişti ve bir buçuk saat geçmesine rağmen kapı hala açılmamıştı.

Bu onun ailesiyle tanışmak için berbat bir zamanlamaydı ama artık Eleanor Mendes ailesiyle resmen tanışmıştı. Onu sevmiş gibi duruyorlardı. Hoş, sevmeseler bile Eleanor'un sırf onlar istedi diye kalkıp gidecek hali yoktu, tek istediği Shawn'ın çıkmasıydı. Eleanor ne hissetmesi gerektiğini bile bilmiyordu. Duyguları karman çorman olmuştu.

Zaman onlar için kavramını yitirmişken, arkası sırlarla dolu kapı açıldı ve tamamen beyaz giyinmiş bir doktor görüş açılarına girdi. Doktordan çok ölüm meleğine benzese hepsi ayağa kalkmış ve doktorun etrafına toplanmıştı.

"Az sonra hastayı bir odaya geçireceğiz. Hayati tehlikeyi atlattı ama tedavilerinin uzun bir süre devam edeceğini düşünüyoruz. Uyanıp kendine gelene kadar odasına kimse girmeyecek. Sonrasında ise sadece dört kişi sırayla girebilir. Unutmayın, her seferinde teker teker girecek, içeride en fazla on beş dakika kalacak ve hastayı yormayacaksınız. Eğer konuşmakta zorlanırsa ya da buna benzer bir şey yaşanırsa bizi çağırabilirsiniz, zaten bahsettiğim kurallara uymanız için odanın kapısında bir hemşire olacak. Hasta uyanana kadar ailesi yanıma gelsin ve durumunu anlatayım."

Doktor kimlerin ailesinden olduğunu sorar gibi tek tek hepsinin yüzüne baktı. Mendes ailesi birkaç adım öne çıkarken Karen arkasına dönüp Eleanor'a gelmek ister mi diye sordu. Eleanor bunun nezaketen sorulan bir soru olduğunu biliyordu, öylece yanlarına katılamazdı. Biraz tek başlarına kalmaya ihtiyaçları vardı.

Eleanor diğer çocuklarla birlikte Karen, Manuel ve Aaliyah'ın doktorun peşinden gidişini izledi. Nasıl olsa geldiklerinde ne olduğunu anlatırlardı.

Zaman, bir ateş gibi beynini yakıyordu.

SWEATER WEATHERWaar verhalen tot leven komen. Ontdek het nu