Bölüm 4

1.6K 128 38
                                    




Hilal ders çalışmak için masa başına oturduğu vakit, birkaç saat önce adının Leon olduğunu öğrendiği o adamın verdiği defter de masasının ucunda, kitaplarının üzerinde duruyordu. Hilal, adama ismini bahşetmemişti belki ama adam ona çiçek kız dediğinde neredeyse koşar gibi eve yönelmişti. Arkasına dahi dönmemişti eve giderken, dönerse sonrasında kendini kötü hissedeceği şeyler yapabilirdi.

Defteri önüne aldı ve kapağına elini koyup şöyle bir sürttü. Ne kadar güzel, diye geçirdi içinden. Gerçekten de öyleydi, kırmızı kaplı bu defterin sayfalarının kenarlarında şekiller vardı, işleme havası veriyordu. Zaten Hilal, kırmızı rengine bayılırdı, Leon da bunu bilmiş gibi gidip ilk uzandığı defterin rengi kırmızı olmuştu.

Hilal, sayfaları şöylece karıştırdı ve ilk sayfasını açıp, sayfayı eliyle düzledi. Mum ışığına baktı önce, içinden geçenlerin ne olduğunu anlamak için onun ateşine daldı gözleri. Hayatına damdan düşer gibi zorla giren bu adam geldi sonra gözünün önüne, kahverengi gözleri belirdi. Hilal'in kabul etmesi için ısrarcı bakışları belirdi. Düşünce kalabalığından kurtulmak için kafasını salladı Hilal ve defteri kapatıp masanın en ucuna doğru iteledi. Önüne kavaid-i lisani kitabını açıp, kelimelerin arasında kaybolunca unuttu diğer düşünceleri Hilal. Zaten hep böyle yapardı, bir şey ne zaman zor gelsin, o zaman Hilal en sevdiği şeye sığınır, diğerinden hep kaçardı.

*

Leon, kıza defteri verdikten sonra eve gitmeyi biraz ertelemiş, Selanik sokaklarında gezmeyi tercih etmişti. Taşlı yolları kapayan karın üzerinde attığı adımların izini dolduruyordu yağan kar yeniden. Zaman ilerledikçe artıyordu yağış ama Leon umursamadı. Kendini denizin kenarında, Kalamarya Kulesi*'nin hemen yanında buldu. Kulenin surlarının yanından geçti, denize karşı duran banklardan birine oturdu.

Deniz dalgalıydı hava nedeniyle ama Leon'a özgürlüğü anımsattığından ister hırçın olsun ister sakin, Leon onun karşısına geçince kendini huzurlu ve dingin hissediyordu. Sanki ruhundaki bütün çalkantılar, denize bakmasıyla sakinliğe kavuşuyor gibiydi. İçinde bulunduğu sıkıntılı halin nedenini hala anlayamamıştı Leon. Öyle ki, bazen çok neşeli olup, etrafına enerji saçıyor, bazense saçtığı enerjiyi gereksiz bulmuş gibi, onun hepsini emecek kadar karamsar oluyordu.

Babasının bağımsız Yunanistan fikrine sadık ve davasında kararlı oluşu bugünlerde Leon'u içten içe daha da sıkışmış hissettiriyordu belki de. Birlikte yaşadıkları, Osmanlı hakimiyetindeki bu topraklarda, Yunan isyanları hakimdi ve bu isyanlar gün geçtikçe kuvvetleniyordu. Leon da güya rahatsızlık veren ama bağımsız ve haklı olduğunu düşündüğü bu davanın sonuna kadar arkasındaydı ama halkın zarar görmesine tamamıyla karşıydı. Biliyordu ki, gün gelir ve bu topraklar bağımsız Yunanistan'a katılırsa, başka ulustan birçok insanın canı yanacaktı, daha da mühimi birçok masum insan bu davanın kurbanı olacaktı. Sadece askeri direnişle bu iş çözülse, Leon'u bu durum tedirgin etmezdi ama şu sıralar iyice kızışan isyan dalgası, tüm Selanik'i etkileyecekti.

Bir de kendini iyiden iyiye küçük hissettiren, babasının da Leon'un asker olmasını istemesiydi. Leon kendini asker olarak görmüyor, gücünün yetmeyeceğini düşünüyordu. Bırak birini öldürmeyi, vurmak bile fazla geliyordu Leon'a gerek olmadıkça. Dünyayı şiddetle değil, sevgiyle kurtaracağını düşünüyordu çünkü. Eline zaten silah yakışmazdı, ola ki aldı eline silahı, karşısındaki insanı nasıl vuracaktı? İnsan sevmeyi biliyordu çünkü Leon, sevmeyi bildiği bu şeye nasıl ihanet ederdi? Babasının asker ol diye diretmesi bu sıralar iyiden artmıştı, Yunanistan Krallığındaki harp okuluna gitmek zorunda olduğunu söyleyip duruyordu. Annesiyse burada, sanat eğitimine devam etmesi taraftarıydı, aynı Leon gibi.

AhuzarWhere stories live. Discover now