Bölüm 3

1.9K 125 61
                                    


Hilal, uyandığında gözünde hissettiği acıyla sıkıntıyla ufladı. Cildinin pek narin olduğunu biliyordu ama bir umut bir tesiri kalmaz, geçer demişti. Ki kendisi bile bu düşünceye inanmamıştı gece, sabahleyin de haklı olmasına üzülmüştü. Sinek ısırsa bile Hilal kıpkırmızı gezerdi, gözüne gelen gülle misali kartopu onu kim bilir ne hale getirmişti.

Ablasının sürdüğü şeyleri sürse, zaten şimdiki halinden bile daha çok ilgi çekerdi. Hilal bu düşünceden de vazgeçerken sinirle yorganı yumrukladı. Hep o densiz erkek topluluğu yüzündendi. Sonra aklına onunla ilgilenen garip çocuk geldi, dün geceki gibi göz göze gelişleri canlandı yine kafasında. Hilal böyle şeylere çok uzaktı, ki zaten uzak olmasını çok da yerinde buluyordu. Babası ve abisi dışında herhangi bir erkekle yakın bulunmamıştı bile. Adetlerine göre bu çok yanlış bir şeydi, evlendiği zaman yeterince yakın olurdu zevcine.

Hoş, Hilal'in gözü kocada falan da değildi. Tek istediği şey muallime olup, sallantılı şu zamanlarda, iyiye çıkmak için, güzele ulaşmak için bildiklerini bilmeyenlere anlatmaktı. Kitaplarıyla birlikte sonsuza değin yaşardı, Allah biliyor ya.

Yataktan hızla kalktı ve aynanın karşısına geçti vaziyetini görmek için. Gözünün etrafı kırmızıydı, canı yanıyordu elbet ama düşündüğü kadar kızarmamıştı da gözü. Yine de biraz sonra bütün ailenin ''Hilal, ne oldu sana?!'' gibisinden sorularından kurtulamayacaktı. Sıkıntıyla iç geçirip, kahvaltıya inmek üzere odadan çıktı.

Masaya gittiğinde babası hala seferde olmalıydı ki, onun oturduğu yer boştu. Onun dışında herkes masada yerini almış, Hilal'in de oturmasıyla sessizce kahvaltı edilmeye başlanmıştı. Herkesin aklı başka bir yerdeydi, bu yüzden de Hilal'in gözüyle henüz kimse ilgilenememişti. Hilal de fırsattan istifade edip kafasında ne diyeceğini kurguluyor, bir yandan da rahat rahat yumurtasını yiyordu.

''Hilal, kuzum.'' Annesinin ona seslenmesiyle kafasını kaldırdı masadan ve ona baktığında yüzündeki değişimi görünce tedirgin oldu Hilal.

''Efendim anne?''

''Kuzum senin gözüne ne oldu?'' Oturduğu sandalyeden kalktı annesi ve Hilal'in yanına gelip, çenesini tutarak kendisine çevirdi kızın başını.

''Kar oynuyorduk anne. Sonra gözüme kartopu isabet etti işte.'' Hilal, neden yalan söylediğini anlamıyordu! Ne olurdu doğruları söylese? Neden kaçıyordu ki bu gerçekten? Bu kadar basit bir şey için annesini kandırmaya gerek var mıydı?

''Ah be kızım. Gelince deseydin ya, biraz çayla ovardık gözünü, temizlerdi orayı hem.''

''Neyse anne, iyiyim ben.'' Deyip kendini çekti Hilal annesinin ellerinden.

''İyi bakalım, iltihaplanmazsa iyi orası Hilal.''

''Aman Azize, ne kuruntu ettin. Kar bu, temizdir. Yoktur bir şeycik gözünde.'' Dedi babaannesi, çayını yudumlarken. Annesinin yersiz telaşlarına alışık olan Hilal, babaannesine, laf kalabalığını engel olduğundan dolayı, teşekkür mahiyetinde gülümsedi. Babaannesi de, onu anlamış gibi gülümsemesine karşılık verdi.

*

Annesinin dediği gibi, çayın demini bir bez yardımıyla gözüne tutmuş ve onu temizlemişti. Biraz olsun rahatlatmıştı bu yaptıkları şey orayı ama yine de canı acıyordu Hilal'in. Çok fazla umursadığı içindi belki, bu yüzden Hilal sanki hiç olmamış gibi davranmaya karar verdi. Mektebe gitmeye hazırlanıp, kapıdan çıkmıştı ki Zarife bu sefer kapıda değil, merdivenlerin başında bekliyordu.

Hilal yanına indi ve günaydınlaşıp yürümeye başladılar. Zarife biraz dalgın gibiydi, çok da dikkat etmemişti Hilal'e. Yoksa Hilal'in tanıdığı Zarife olsa şimdiye çoktan bütün her şeyi bir bir anlattırmıştı ona.

Ahuzarحيث تعيش القصص. اكتشف الآن