열다섯

2.9K 178 45
                                    

Mark, evden erkenden çıkmış, heyecanını bastırmak için gezip tozmuş, türlü aktivitelere başvurmuştu. Saatler geçmek bilmiyordu. İlk defa sanaldan tanıştığı biriyle canlı olarak görüşecekti. Böyle bir şeyi kimseye teklif etmemişti. Edeceğini de düşünmezdi. En azından kızlara.

Mary ile buluşmak isteme sebebini dahi bilmiyordu. Bir anda yazmıştı. Zaten bu soruyu sorabilmek için an kolluyordu. Mary, kendi resmini de atınca iyice gaza gelmişti. Ne kadar kendisine yalan söylemiş, kendisini kandırmış olsa da göz ardı etmeyi tercih edecekti. Arada laf sokmayı ihmal etmiyordu ama affetmişti bile. Mary'nin dediği gibi tanımıyorlardı birbirlerini pek. Kısa sürede tanıştığı birine ne kadar trip atabilirdi ki? Saçma gelmişti davranışları. Gerçi o kızla tanıştığından beri kendinde hiçbir şey normal ilerlemiyordu. Buna en iyi örnek ise şuan Mary'i, Namsan Kulesi'nin önünde bekliyor oluşuydu.

Mary ise Mark ile buluşacağı saatten daha erken yola koyulmuş, okuluna uğramıştı. Alması gereken bir kitap vardı. Onu aldıktan sonra Namsan Kulesi'ne geçecekti. 

Avuç içleri terliyor, avuç içlerinde kasılmalar hissediyordu. Yol boyunca, hatta planı yaptıkları günden beri heyecanı dinmek bilmiyordu. Otobüs durağı biraz geride olduğu için kuleye doğru yürüdü. Yürürken sakinleşmesi gerektiğini kendine defalarca hatırlatıyordu. Hiç sanaldan tanıştığı bir erkekle buluşmamıştı. Güvenli değildi ona göre böyle şeyler. Fakat Mark farklıydı. Ona nedense güveniyordu. Güveninin boşa çıkmaması için dualar ediyordu.

Mark, etrafına bakınırken Mary'nin attığı resimdeki kişiyi gördü. O olduğundan başlarda emin olamadı. Telefonundan resmi açıp baktı. Karşılaştırdığında gerçekten o olduğunu gördü.

"Mary!"

Mary, isminin, daha doğrusu uygulamada ki isminin, söylenmesiyle etrafa bakındı. Kısa sürede gözleri Mark ile buluşmuştu. Onu kalabalığın arasında bulmak o kadar kolaydı ki. Mary, bunu itiraf etmekten utansa da Mark, gerçekten çok yakışıklıydı. Şuan karşısında duruyor oluşu da bir hayli stresliydi o yüzden.

Mary, utanarak Mark'a doğru yürüdü. Mark'ta ona yürüyünce ortada buluştular. Mark ne yapacağını bilemeyip o heyecan ve gerginlikle elini uzattı. Mary şaşırsa da Mark'ın elini tutarak sıktı. Birbirlerinin ellerin tutmaları bile içlerini titretiyordu ikisinin de.

Kısa bir selamlaşmanın ardından yakında bir kafeye geçtiler. Karşı karşıya oturuyorlardı ve Mark'ın bakışları Mary'nin üstünden çekilmek bilmiyordu. Gözlerini alamıyordu. Nedenini bilmese de, bu kız gözünde bir peri gibiydi. Saf bir güzelliği vardı. Yanaklarında oluşan kızarıklıklar bile ayrı yakışıyordu. Her şeyini beğeniyor ve kendine engel olamıyordu.

"Ne istersin? İçecek veya başka bir şey?"

"Chocolate Mocha olabilir."

Mark garsonu çağırıp hem kendi siparişini hem de Mary'nin siparişini söylemişti. Garson gidince yine baş başa kalmışlardı.

"Telefonda çenen düşüyor, burada da hep susuyorsun," diyerek güldü Mark. Ortam biraz yumuşasın istiyordu.

Demek çok konuşuyorum telefonda? Bayağı şikayetçisin bu durumdan anlaşılan."

"Ben ne dedim sen anladın."

Birlikte gülerek sohbet ettiler, içecekleri gelince hem içip hem konuştular. Zamanla birbirlerine alışmışlardı. İlk başlardaki utangaçlıklarından eser kalmamıştı. 

"İnandın mı bari? Ben olduğuma." Namsan Kulesi'ne doğru yürürlerken hafif esen rüzgar Mary'nin saçına her çarpışında, her dalgalandırışında Mark, tanımlayamadığı şeyler hissediyordu. Tarifi yoktu bunların. Hayatının en güzel saatlerini yaşıyordu. 

"İnandım. Ama neden kendini gizlediğini anlamıyorum. Çirkin olduğunu mu düşünüyorsun?"

"Hayır, öyle değil... bilmiyorum. Çekindim."

"Öz güven eksikliğin var gibi.. Halbuki gayet güzelsin. Çekinecek hiçbir şey yok."

"Güzelsin deyip durma."

"Ama güzelsin."

"Sanki sadece dış görünüşüm için benle görüşüp konuşuyormuşsun gibi."

Mary, Mark'ın kendisine güzel olduğunu söylemesinden, dış görünüşü hakkında konuşmasından rahatsız oluyordu. Mark için bir tek dış görünüş önemli gibiydi. Dış görünüşü Mark'ın zevkleriyle örtüşmeseydi belki de hiç konuşmayacaklardı. Mark buluşmak istemeyecekti. Mary istemeden de böyle düşünüyordu. 

Mark'ın düşünceleri ise bu tezlerin tam tersiydi. Mary ile görüşmek ve konuşmak istemesinin sebebi sadece dış görünüşünden ibaret değildi. Emindi. Mary resmini atmadan önce de böyle hissediyordu, yalan söylediğini öğrendiğinde de. Mary'nin o kız olmadığını duyunca aklına Mary'nin çirkin olabileceği gelmemişti. Çirkin kelimesi pek doğru tabir olmasa da şuan nasıl açıklayabilir bilmiyordu.

"Hayır. Böyle şeyler düşünme. Güzelliğe çok çok çok önem verseydim Suzy ve Park Shin Hye gibi kızlarla çıkardım. Şuan bana göre senden güzeli yok, biliyor musun? Hem kalben hem de... her şeyinle..."

Not: Öbür bölümde düz yazı olacak o yüzden kısa kestim bu bölümü. Ayrıca hiç yorum yapmıyorsunuz. Vallahi kalbim kırılıyor. O kadar şeyin arasında bölüm yazmaya çalışıyorum ama beni gülümsetebilecek ufacık bir yorum bile yok. Bu bölüme de hiç yorum gelmezse bölüm yayınlamayacağım.

Hello Pal - Mark Tuan | TextingWhere stories live. Discover now