Bölüm 1

6.9K 156 32
                                    

1919- Atina

Aynadaki yansımamdan kendimle karşılaştığım vakit duraksadım. Vaziyetim beni hem korkutup, kaçarak buradan uzaklaşma isteğimi artırıyor hem de amacıma yaklaştığım bilinciyle hırsımın ateşlenmesini sağlıyordu. Bu yolda çoğu şeyden vazgeçmiş, onları geride bırakmayı göze almıştım. Canım yansa da, içim kıyılsa da bu amacı gerçekleştirmek uğruna kabul etmiştim. Ne değişmiştim şu vaziyete kadar, neler gelmişti gözümün önüne, yapmam asla dediğim şeylerin merkezi olmuştum. Çığlık atmak isteyen yanımı durdurmak için masada duran bardağa uzanıp, sudan bir yudum aldım. Gözüm ise hala aynadaki yansımamdaydı. Öyle yabancı gibi duruyordum ki, kendimi bile tanıyamadım. Gözümdeki garip ışıltıya anlam veremedim, öyle ki şimdi kaşlarımı çatmış karşımdaki kim, anlamaya çalışıyordum.

Kimdim ben?

Hilal miydim yoksa maşa mı? Kimdi bu maşayı oynatan?

Ailemi, arkadaşlarımı, geleceğimi arkamda bırakmıştım belki, tek bir amaç uğrunaydı. O amacı gerçekleştirmek uğruna kendimi harcayacak mıydım? Nasıl olacaktı o iş? Bin musibet gelecekti bu yolda başıma, bin bitip başıma bin birinci çıkacaktı yine. Hiç tükenmeyecekti o birinci, ikinci, üçüncü. Döngü halinde devam edecekti ve o döngüde ben olmayacaktım, azar azar kaybolup, mahiyetinde yok olacaktım. Ola ya belki ihanet etmekte olduğum Leon beni affederdi de o bu yok oluştan beni çekip alırdı. İnsaflıydı o, en önemlisi de bana kıyamazdı. Hilal'i ona yaptıklarını anlatsa, nedenini anlatsa kabul ederdi Leon onu, seviyordu çünkü Hilal'i. Çok mu şey bekliyordum yoksa Leon'dan? Ya o yaptıklarımı kabul etmeyip, beni sol yanımdan vurursa?

Elimde tuttuğum bardağı sıkan parmaklarımı gevşettim, düşünceler beni boğmakla bırakmıyor o suya iyice itip, kurtulmaya çalışan yanımı da bastırıyordu. İşin kötü yanıysa, artık bu yoldan hiçbir dönüş yoktu, her sokak uçuruma çıkıyordu. Hangi sokağa sapsam, biliyordum ki o yolun sonu ölümdü. Ne kadar koşarsam koşayım, son belliydi. Bense sonu düşünmektense anı kurtarmaya bakacaktım. Uzunca bir müddet elimde tuttuğum bardağı kapı çalınca masaya geri koydum. Yüzüme sahte bir gülümseme yerleştirip kapıya doğru döndüm.

''Hilal.'' Sesindeki hayranlığı sezdiğim Kyria kapının orada durmuş bana gülümseyerek bakıyordu.

''Anne.'' Dedim boğazımı o kelime sürtüne sürtüne acıtmıştı sanki, onu tutmamak için kendimi zorladım.

''Ne kadar güzelsin.'' Yüzündeki gülümseyiş iyice yayılırken ben de gelinliğimin eteğine bakıp iç çektim. Ne kadar güzeldim, tabii.

Gözlerimi Kyria'ya çevirip mahcupça gülümsedim. ''Teşekkür ederim.''

''Güzel olduğu kadar mütevazı da...'' dedi yanıma yaklaşırken. Elindeki siyah kutuyu yanıma geldiği vakit açtı ve içindeki yüzüğü çıkartıp sağ elimin yüzük parmağına taktı. Çiçek biçiminde olan bu yüzük nasıl olduysa hiç denemeden parmağıma tam olmuştu.

Yüzüğün güzelliği bir yandan beni mutlu ederken, diğer yandan da hüzne boğuyordu. Çocuğunu kaybetmiş bir annenin tek evladına yapılabilecek en büyük kötülüğü yapan kıza, neredeyse parlaması göz alan bir yüzük hediye ediyordu Kyria. Bu yolda harcamak zorunda olduğum, masum biri daha, dedim içimden. Hayat çoğu zaman bu kadına acımasız davranmıştı, üzerine bir de Müslüman Türk gelini vakası ekleniyordu. Trajik bu olay, iki tarafı da kırıyor, yıkıyor ve günden güne bitiriyordu. Belki de yeryüzündeki en kutsal duyguya, aşka lanet edecekti Leon, niyetim anlaşıldığı vakit ama elden gelecek hiçbir şey yoktu. Vatan yangın yeriydi, varsın bu yolda ben de yanayım, varsın bu amaç uğruna herkes kül olsun.

AhuzarWhere stories live. Discover now