30.5-*

1.4K 192 65
                                    


Normal koşullarda niyetim bu bölümü sonuna kadar yazmaktı ancak işim çıktığı için yarım kaldı. Ve yine de yayınlamak istedim. Çünkü yazmayı çok istediğim bir bölümdü, kurgusu sürekli zihnimde dolanıyordu. Bu kısmı esasında bölümün başı. Diğer bölümü yayınladığım zaman ne demek istediğimi anlarsınız. :) Yeni bölüm ise birkaç güne gelir gibi. Keyifli okumalar. Desteğinizi eksik etmeyin. Seviliyorsunuz! :*


Kurduğu cümleyi idrak edemiyordum. Öyle bir haldeydim ki tepki verememiştim. Kısa süren anın ardından içeri geçmişti. Onu içeri davet etmemiştim, kendi geçmişti. Şaşkınlığım bir kat daha artarken sehpanın üzerinde duran, Lola'nın içmediği nar suyundan bir yudum alıp koltuğa oturmuştu. Öylece koltuğun üzerinde bıraktığım kolyenin olduğu kutuyu sehpanın üzerine bıraktıktan sonra arkasına yaslanmış ve gözlerini kapatmıştı. Çatık kaşları gergin olduğunu gösteriyordu.

Ben ise hiçbir şey yapamadan onu takip etmiştim. Salonun ortasında dikiliyordum ve bakışlarım az önce sana ihtiyacım var diyen adamın gizlediği mavi gözlerindeydi. En nefret ettiğim, ona en çok yakışan lacivert takım elbiselerinden biri vardı üzerinde. İnce siyah ekoseleri açık mavi gömleğinin daha çok ortaya çıkmasına neden oluyordu. Onu izlediğimin farkında olduğunu bilsem de gözlerimi ondan alamıyordum.

Kırışan göz kapakları çatık kaşlarına eşlik ediyordu. Rengi mor ile mavi arasında dolanıp gelen bir damar alnında kendini belli ediyordu. Dişlerini sıktığı için çenesi kasılmış, güzelim kemikleri suratında daha çok belli olmuştu. Biçimli dudaklarını sıkıca bastırmış olması da yüzündeki öfkeli ifadeyi tamamlayan bir detaydı. Farkında olmadan nefesimi tuttuğum için göğsüm sıkışmış, derin bir nefes almak zorunda kalmıştım.

Öfkenin dolandığı kanın kokusu burnuma dolduğunda kendimden geçmemek için tutunacak bir şeyler aradım. Ama salonun ortasında duruyordum, neye tutunabilirdim ki? Başımı iki yana sallayıp kendimi tekli koltuğa attım. Nefes almak istesem de aldığım her nefeste burnuma dolacak olan kan kokusu kendimden geçmeme neden olabilirdi. Üstelik kanın üzerindeki o muhteşem ten kokusu da cabasıydı. Kendimi sakinleştirmek için sehpaya bıraktığım bardaktan bir yudum aldım. Kendime hakim olabilirdim. Olmasam ne olacaktı ki sanki? İntihar edecek kadar aptal değildim. Değildim değil mi?

"Kolyedeki kan abimin kanı değil."

"Efendim?"

Kesinlikle Keven'ın abisinin kanıydı. Ancak yine de emin olmak için Keven'ın oturduğu koltuğun yanına gidip kolyeyi elime aldım. Kılıç şeklindeki kolyenin tepesinde gümüş işlemeler vardı. Her ne kadar ay taşı sıradan bir taş gibi görünse de elimdeki kolyedeki asaleti daha önce hiçbir şeyde görmemiştim. Gümüş işlemeler gecenin işaretleriydi. Ayın evreleri ve küçük yıldızlarla kılıcın üzerini kaplamış ve kabzasına doğru eşlik etmişti. Serçe parmağımı geçmeyecek olan bu kolye ucundaki emek inanılmazdı. Ancak daha inanılmaz olan kılıç şeklindeki kolyenin ucundaki kurumuş kandı. Kokusu Keven'ın kokusu ile karıştığı için kolyeyi burnuma yaklaştırdım. Kesinlikle Keven'ın abisinin kanının kokusuydu.

"Basbayağı abinin kanı bu."

Keven gergin gözlerini açarken elimdeki kolyeyi sertçe çekti. Şaşkınlıkla gözlerim açılırken ne yaptığını anlamaya çalışıyordum. Uzun parmaklarının arasında kolyeyi çevirdikten sonra ceketinin cebindeki siyah mendili çıkardı. Ayağa kalkıp mutfağa geçti. Peşinden gidip kolyenin üzerindeki kuruyan kanı temizlemesini izledim. Sonrasında gördüğüm manzara iki kat şaşırmama neden olmuştu. Pardon? Gerçekten o kılıcın içinde kan mı vardı? Nefesim kesilirken iki adım gerilerken ayağım elbisemin eteğine dolanmıştı. Düşecektim. Kendimi soğuk zeminin sert kollarına hazırlarken Keven'ın sıcak kollarında bulmuştum. Nasıl olduysa iki adımda yanıma varmış ve beni belimden kavrayarak yerle bir olmamı engellemişti.

Kalbimin sesini duyabiliyordum. Beynimde yankılanan ses bedenimi de ele geçirmişti. Kokusunu duyabiliyordum. Hayır, bu duymaktan daha da ötede bir şeydi. Kokusu benliğimi ele geçirmek üzereydi. Ancak sözünü ettiğim kanının kokusu değildi. Kanı umurumda değildi. Beni etkisiz hale getiren kendi kokusuydu. Gözlerinin ruhunu taşıyan kokusu.

Derin bir nefes almak istesem de Keven'ın kokusunu daha da içime çekmiştim. Aramızdaki mesafesizlik kokusunu daha çok hissetmeme neden oluyordu. İstemsizce gözlerim kapanırken kaşlarımı çatmıştım.

"Çok güzel kokuyorsun."

Tenime çarpan koku ve sert kollar birden benden uzaklaşmıştı. Bu kez aldığım desteğin benden uzaklaşmasından doğan dengesizlikle boğuşurken gözlerimi araladım. Gerçekten dengesizlikte bir dünya markasıydı Keven. İki dakika önce beni kurtarmış sonrasında ise düşmeye mahkum etmişti. Sinirle gözlerine baktığımda öfkesinin büyüdüğünü fark ettim. Kedi gibi yerime sinerken kendimi yutkunmaktan alıkoyamadım.

"Bunu sürekli sayıklamana gerek yok. Kan kokusunu her vampir sever."

Hah! Kan kokusunu her vampir sevebilirdi ama onun kokusu başkaydı. Bunu söylemek için ağzımı açsam da son anda ne yaptığımın farkına vararak çenemi kapadım. Bu ona bir nevi ilanı aşk etmek olurdu ve söz konusu Keven olunca bu pek de mantıklı bir hareket değildi. Anlaşma boyunca çenesini çekmem neden olacak bir davranışta daha bulunmak istemiyordum.

"Haklısın. Kan kokusunu her vampir sever."

Sahte bir gülümseme dudaklarımdaki kıvrılırken arkamı döndüm ve gitmek için adımımı attığımda kendimi Keven'ın kollarında buldum. Bu adam ne yapmaya çalışıyordu? Ani hareketleri kalbimin aniden teklemesine neden oluyordu. Bir anda beni çekmiş ve kendine çevirmişti. Az önceki yakınlık yine vardı işte.

"Peki ya bu kan kime ait?"

Sesi başkaydı. İçinde bilmediğim bir tını dolaşıyordu. Samimiyet. Ayrıca elindeki kolyeyi gözlerimin önünde sallandırsa da benim gözlerim kolyenin ardındaki maviliklerdeydi. Kendime gelmem için Keven'ın tek kaşını kaldırması yetmişti. Ellerimi uzatıp kolyeyi avuçlarıma aldım ve Keven'ın kokusundan uzaklaşmak için kollarından çekildim.

"Kan evet ama kimin kokusunu anlamak imkansız." Dedim kolyeyi kokladıktan sonra. Keven'ın tek kaşı iyice kalkarken salona geçtim. Koltuğa oturduktan sonra kolyeyi bir kez daha kokladım ama kanın kime ait olduğunu anlamak imkansızdı. Bunun nasıl yapıldığını bilmesem de kan kokusu korunuyordu. Kolyeyi gözlerimin önünde tuttum. Muhteşemdi.

"Kolye abimin. Ondan kalan son şey. Bu yüzden Lola'daydı."

Şaşkın bakışlarım yan tarafıma oturan heykele kaydığında konuşmaya devam etti.

"Lola abimin nişanlısıydı."

Beklemediğim cümle kaya gibi içime otururken olduğum yerde kaldım. Bakışlarımı dahi hareket ettiremiyordum. Benim Keven'dan kıskandığım kız esasında onun abisinin nişanlısıydı. Onu ve ailesini bu yüzden bu kadar yakından tanıyordu. Ama en önemlisi benim güçlü gördüğüm o kız sevdiği adamı kaybetmişti. Hayır, daha önce sevgilim ölmemişti ama insanın sevdiği birinin kaybetmesinin nasıl bir duygu olduğunu çok iyi biliyordum. Yutkundum. Gözlerimi kapatırken onun acısının içime dolmasına izin verdim. Nefessiz kalmıştım.

"Avcılar şarabı benim evimde bulamadıkları için beni düşürecek bir şey bulamadılar. Sana verdiğim kandan çıkardığın bilgiler avcıları etkisiz hale getirmemiz için yeterli değil. Her ne kadar onların başı olsam da ortalık karıştığı için onlara sözümü geçirmem zorlaşıyor. Hataları çok, istekleri çok."

"Beni istiyorlar."

Sözcükler dudaklarımın arasından dökülürken Keven'ın gözleri açılmıştı. Ne demek istediğini biliyordum, ne demek istediğimi biliyordu. Parmağını beni susturmak için dudaklarıma götürse de konuşmaya devam ettim.

"Lanet olsun beni istiyorlar. Beni ve ablamı. Biz onlar için olmaması gereken bir lekeyiz. Bizi temizlemeleri lazım. Böylece sizden de uzaklaşacaklar, hayatınızı mahvetmezler."

"Eğer sen ve senin gibiler olmazsa benim varlığım imkansız hale gelir."

"Efendim?"

Keven derin bir nefes alıp ayağa kalktı. Odada dolaşırken sinirle alnını ovuşturuyordu. Ne olduğun anlama istiyordum.

"Sizi kurtarabilirim. Yani beni ele geçirirlerse sorunlar da çözülmez mi?"

"Sakın. Sakın bunu yapmaya kalkma. Senin ele geçirilmen benim de sonum olur."

KIRIK TOPUK ANLAŞMASIWhere stories live. Discover now