2: Ailemin Yüz Karasıyım

1K 111 122
                                    

Hava karardığında ağaçlık bir alana girince tren durdu ve Hogwarts tüm ihtişamıyla tepelerin ardından kendini gösterdi. Devi andıran gür sakallı bir adam birinci sınıfları yanına çağırıyordu. İtiraf etmeliyim ki adam beni korkutmayı başarmıştı.

Birinci sınıflar kayıklara binerek okula giderken üst sınıflar ise ormanın içinden ilerliyorlardı. Karagölün üzerinden geçerken gözlerimi şatodan alamıyordum.”O bir dev mi?” diye fısıldadı Astoria bizim duyabileceğimiz bir tonda. “Hem de öğrencilerin arasında.”

Dexter bilmiş bilmiş , “Rubeus Hagrid.”dedi. “Hogwarts’ın anahtar bekçisi. Belli ki Dumbledore ona çok güveniyor.”

Sonunda şatodan içeri girdiğimizde bizi zümrüt yeşili cübbe giymiş, siyah saçları olan büyücü bir kadın karşıladı. Hagrid bizi ona devrederken kadını Profesör McGonagall olarak tanıttı ve sonra yanımızdan ayrıldı.

Profesör bizi peşine takarak büyük Giriş Salon’una soktuğunda hepimiz hayranlıkla içeriye baktık. Tavan o kadar yüksekti ki görünmüyordu bile. Duvarları meşaleler aydınlatıyordu.

Gürültülerin geldiği bir kapının önünden geçip, yan tarafındaki boş odaya girdik. Profesör McGonagall bize biraz sonra yapılacak bina seçiminden ve binalardan bahsettikten sonra bireysel davranışlarımızın gireceğimiz binalara puan kazandırabileceği gibi puan da kaybettirebileceğini söyledi. “Seçim töreni biraz sonra ortak salonda herkesin önünde yapılacak. Ben dönüp sizi alana kadar hazırlanın.” dedikten sonra dışarı çıktı.

Dexter ve Astoria’yla ne yapacağımızı bilemeden bakıştık. Büyük ana çok az kaldığı için tek kelime edemeyecek kadar heyecanlı olan tek kişi ben değil gibiydim ve bunu bilmek daha iyi hissettiriyordu. Yine de odada bir uğultu hakimdi ve içimizdekilerden bazılarının rahat bir havayla sohbetlerini sürdürdükleri de gözümden kaçmadı. Hatta Dexter da konuşacak birilerini bulmuştu ve tahminler yürütüyorlardı.

Profesör McGonagall geri dönünce herkes yeniden sessizliğe büründü. “Tek sıra olun,” dedi profesör “ve beni izleyin.” .Dexter’la aramıza, az önce onun sohbet ettiği çocuk girmişti ve arkamda da Astoria duruyordu.

Çift kanatlı bir kapıdan geçerek sonunda Büyük Salon’a girdiğimizde herkes oradaydı. Dört uzun masada oturan öğrenciler bize bakıyorlardı artık. Hava da duran mumlardan binlercesi vardı ve tavansa tavan değil gökyüzüydü. Babamın bundan bahsettiğini hatırlar gibi oldum , “Büyük salonun tavanı büyülerle gökyüzü gibi gösteriliyor.” demişti galiba.

Tam karşımızda, salonun sonunda bir başka uzun masada da öğretmenler oturuyordu. Profesör McGonagall bizi oraya kadar götürdü. Yüzümüzü masalarda oturan öğrencilere doğru dönerek beklemeye başladık. Binlerce bakışın odağı olmuş, öylece dururken profesör dört ayaklı bir tabureyi önümüze yerleştirdikten sonra üzerine sivri uçlu , eski püskü, yamalı bir büyücü şapkası koydu.  

Tepkilerini ölçmek için yanımdaki Astoria’ya ve diğer  yanımdaki çocuğa göz ucuyla baktım. Astoria’nın yüzünden bir şey okunmuyordu ama diğer çocuk hiçbir şey anlamamış olduğunu belli ediyordu. Ben de kendimden emin durmaya çalışarak olduğum yerde dikleştim. Şapkanın bina seçimleriyle bir ilgisi olmalıydı. Sonra şapka birden hareketlendi ve yırtık gibi görünen çizgi ağız gibi açılıp şarkı söylemeye başladı.

Şarkının ardından bir alkış sesi yükselince şapka selamlar verdi ve ardından McGonagall sessizlik sağlanınca , "Adınızı söylediğim zaman şapkayı giyip tabureye oturacak, hangi binaya ayrıldığınızı  öğreneceksiniz," diyerek elinde tuttuğu uzun parşömen kağıdını okumaya başladı. “Andrus,Ethan.”

Melrose: Hufflepuff KupasıWhere stories live. Discover now