2- being friends

1.2K 252 92
                                    

Sabahları Gürültücü'nün sesiyle uyanmaya neredeyse alışmıştım. Hala bu kadar erken uyandığım için başıma saplanan bir ağrı vardı ama gün geçtikçe azalıyordu.

Çoktan bir hafta olduğuna inanamayarak öylece karanlık tavana bakarken düşünüyordum. Babam burada kalmamı istiyordu. JunAh telefonuma, cep bilgisayarıma, ipad'ime ve xbox oyun konsoluma el koymuştu. Savunmasızdım. Çaresizdim. Buraya tıkılıp kalmıştım.

Bazenleri vakit geçsin diye Changwoo'yla sohbet etmeye çalışıyordum ama herif efsane sıkıcıydı. Sürekli askerlik yıllarını anlatıp duruyordu. JunAh bu hikayeleri dinlemeye oldukça hevesliydi ama ben adeta gözlerim açık uyumanın bir yolunu bulmuştum.

Bazen ise küçük Ella'yla takılma fırsatım oluyordu. Günün çoğunda okulda olduğundan çok fazla göremiyordum onu. Ama bana karşı nazik olan tek kişiydi. Bana çiftliği gezdirmişti, gösterdiği hayvanların hepsinin bir adı olduğunu ve bunları kendisinin belirlediğini söylemişti. Evet, gösterdiği tüm hayvanlarla gerçekten tanışmamı da istemişti. O an bunu yaparken kendimi gerçekten salak gibi hissetmiştim. Neyse ki sonunda Ella'nın parlak gülümsemesine değmişti her şey.

Ah, birde asi kız vardı. Onu Ella'dan daha az görüyorum desem kesinlikle yalan söylemiş olmam. Gerçekten çok çalışıyordu. Bazen onun hiç yorulmayan bir robot olduğunu düşünüyordum. Yani onu cüssesinden kat kat daha fazla ağır olan kütükleri taşıdığını gördüğüm zaman. Ya da dev gibi saman yığınlarını sanki tüy kadar hafifmiş gibi hiç zorlanmadan sağa sola fırlattığı zaman.

Gürültücü ne zaman bağırmaya başlasa gözlerim otomatikman açılıyordu her sabah. Böylece pencereden Jennie'nin el fenerinin ön verandayı aydınlattığını görebiliyordum. Ayaklarıyla gıcırdayan zemini dövüyor, görmesem bile sürekli salladığı demir kovasının tıngırdayan seslerini işitiyordum. Her sabah aynı ritüeli tekrar edip duruyordu bıkmadan. Bu zamana kadar bir çok kadına hayran kalmıştım ama bu köy kızı ona imrenmeme sebep oluyordu.

Nasıl bu kadar güçlü olabilirdi? Gün içinde yediği tek öğün yemekle nasıl tüm gün ayakta duruyordu? Ona sormak istediğim sorular her geçen gün artıyordu ama soramıyordum. Neden mi? Çünkü benim suratıma bile bakmıyordu.

En son konuşmamızda ailem hakkında uydurduğum küçük hikayeye gerçekten inanmış ve benim için üzülmüştü. Ama sonra bunun gerçek olmadığını söylediğimde bir an üzerime atlayacağını ve beni pataklayacağını falan düşünmüştüm. Yine de beni şaşırtan bir şey yaptı. Yani benimle bir daha konuşmama kararı alıp varlığımı yok sayıyordu.

Changwoo kızının yalanlardan hiç hoşlanmadığı konusunda beni bilgilendirmişti daha sonra. Ne yapabilirdim ki? Arayı düzeltmeye çalışıyordum. Ama görünüşe göre işi iyice çıkmaza sürmüştüm.

Ayak ucumda ki pencereden yine ışık süzülüyordu. Jennie güneş doğmadan yeni bir güne merhaba diyordu yine. Tıpkı dün ve ondan önceki günler gibi. Ben de dünün tekrarı olan sıkıcı bir güne merhaba demek üzereydim.

Sabahın bu kör saatlerinde sürekli artık bensiz eğlenmeye devam eden arkadaşlarımı düşünmeden edemiyordum. Belki iyi alışkanlıkları olmayan insanlardı ama sorumluluklarımızı taşıyamayacak kadar çöktüğümüzde birbirimize destek oluyorduk. Bu beni hayatta tutuyordu. Beni anlayan insanlarla konuşmak, dert etmeyeceğini bilerek ahlaksız şakalar yapmak ve sabaha kadar uyumamak. Ah, gerçekten onları özlüyordum. Benim evimde toplanıp saatlerce playstation oynadığımız ve sabaha doğru hepimizin evin ayrı köşelerinde sızıp kaldığımız günler sanki dün yaşanmış gibiydi.

Sonra babam çıkagelmiş ve beni küçük cennetimden çekip koparmıştı. Bana, oğlunun boş yaşayan bir ayyaş olmasını istemediğini söylemişti. Ben de ona, takım elbise giyip her gün aynı işi yapacak bir insan olmadığımı söylemiştim.

toward the sky » taennie [au]Waar verhalen tot leven komen. Ontdek het nu