Bir de, gecenin ilerleyen saatlerinde başlayan, kulaklarımın bana oynadığı oyun mu yoksa gerçek mi olduğunu, uyku arasında bir türlü idrak edemediğim ağlama sesleri vardı.

“Annem”den olabildiğince kaçtım ve yakaladığım her fırsatta laf sokuşturmayı ihmal etmedim. Selim’le olan kısa, zaman zaman tripli, zaman zaman komikli diyaloglarımız dışında, kimseyle iletişime geçmedim. Yüz yüze en azından... Arkamda bıraktığım insanlarla- İzmer’deki arkadaşlarımla yani, arkamda bıraktığım demek daha dramatik oluyor diye kullandım çünkü dram kraliçesiyim- konuşuyordum tabii ki. Gün içinde, mutlaka mesajla ya da telefon konuşmasıyla arkada kalanlarla -drama queen- iletişim halindeydim. Yalnız, babam asla aramadı. Ben de onu aramadım. Fizik kurallarına göre beni sepetleyen o olduğu için ilk o aramalıydı. Evet, fizikte böyle bir kural var. İnanmıyorsanız, araştırabilirsiniz. “Dünyanın ortası burası, inanmıyorsan ölç” diyen Nasrettin Hocaya selamlar, saygılar. Ellerinden öperim.

Bavulumu boşaltmayı asla aklımın ucundan bile geçirmediğim yedi gün; Aslı’nın odasında, yatağında, kabuslarla harmalanmış ve birilerinin hıçkırıklarına karışan altı gece böyle geçti İstanbul’da. Evden dışarı adım atmamakta ısrarlıydım. Bkz İstanbul’a göstermeyeceğim tribi. Tribi kendine kendime atıyor olmak, trip atma gücüme biraz kamçı vurmuştu, itiraf ediyorum.

Aslı’nın odasının penceresi ise asla kapanmadı.

“Bu biraların burada ne işi var?”

Çabuk, çabuk saldırıya saldırıyla karşılık ver, Huzur.

“Senin kafanın orada ne işi var?”

Odaya girdiğimde Selim yatağın kenarında eğilmiş, yatağın altındaki birşeyleri kurcalıyordu.

Birşeyler=Biralar.

“Hobi olarak yatak altlarına bakıyorum.” Elinde poşetle ayağa kalktı.

“Bu bence hobiden çok kötü bir alışkanlık. Senin nasıl arkadaşların var öyle?”

“Şekilli.” Elindeki poşeti ileri doğru uzattı, hesap soran bir tavırla.

“Pek.”

Sorusunu cevaplamaktan kaçınmak için her yol mübahtır.

“Cevap bekliyorum?”

Yatağa oturdum, asla acele etmeden . “Ben de Ryan Gosling’in şu kapıdan girmesini bekliyorum.” Her yol mübahtır.

“Hala bekliyorum.”

“Ben de.” Gözlerimi kapıya dikip, çiçek olarak, Ryan Gosling’i bekledim. İnsanlık namına girseydi ya kapıdan. Ne olurdu ki sanki?

“Onun için mi aldın biraları?”

İlginç bir soru olduğundan, kafamı Selim’e çevirdim. “Kimin için?”

“Ryan Gosling.”

“Evet, gavurları bilirsin. Pek severler bu mereti.” Her. Yol.

“Bence bu meretin, geceleri canlanıp, açık pencereden kendi çabalarıyla girmediği sürece, buraya gelmesi imkansız.”

“Aynen, öyle. Geceleri canlanıyor o meret. Kanıtlanmış bir şey bu. İstersen hazreti google’a sor.”

“Sevda anne!” diye bağırmasıyla ayaklanmam bir oldu. Elimi ağzına kapatmaya çalıştım ama yatağın üzerine çıkmadan başarabileceğim bir eylem değildi o.

“Tamam, tamam. Söyleyeceğim.”

Kollarını kavuşturma sırası ondaydı. “Bu sefer bekletmeden, lütfen.”

HUZURWhere stories live. Discover now