1. Bölüm

222 8 2
                                    

Annabel elindeki içkisi ile şöminenin başında oturmuş elindeki siyah beyaz fotoğrafa bakıyordu. O zamanlar otuzlu yaşlarındaydı. Bebek gibi bir cildi vardı ve harika bir fiziğe sahipti. Sevgili kızına yedi aylık hamileyken kendi doğum gününü kutluyordu. Odanın her yanı kağıttan süslerle süslenmişti. Elinde büyük bir bıçakla pastayı keserken bütün kahraman arkadaşları yanındaydı. Fotoğraftaki gözlerine dikkatlice bakmıştı. Ne kadar da mutluydu. Sevinç fışkırıyordu resmen.

Kafasını fotoğraftan kaldırıp karşısındaki komodinin aynasından kendisine bakmıştı. Cildi buruş buruş olmuştu. Saçları beyazdı. Yaşının kaç olduğunu düşünmüştü kendi kendine. Altmış iki? Altmış dört? Altmıştan sonra saymayı bırakmıştı. Bu yüzden kafasını fazla zorlamamaya karar vermişti. Annabel için yaşın bir önemi yoktu artık. Seyirci koltuğunda oturup etrafı izlemeyi tercih ediyordu.

O anda üst kattan inen kızı yanına gelmişti. Gözleri annesini arıyordu. Salonda her zaman ki koltuğunda oturduğu görünce gülmüştü. 'Ne diye başka odalara bakıyorum ki?' diye içinden geçirmişti kız. Her gün aynı koltukta oturup geçmişi düşünüyordu Annabel.

Annesinin yanına gidip sırtından sarılıp kollarını onun boynundan geçirip göğüs kısmından sarkıtmıştı. Kendi yanağını onun yanağına yapıştırmıştı. Annabel yan yana duran yüzlere bakmıştı. Kendi yüzü buruş buruş buruştu. Ama kızının yüzü pamuk gibi bembeyazdı.

Eliyle kızının yanağını okşayıp,

"Çok güzelsin." demişti. "O kadar çok bana benziyorsun ki, Tanrı'nın bana verebileceği en büyük hediye bu sanırım. Sana baktığım zaman kendi gençliğimi görüyorum. O zamanlar senin gibi bir bebektim. Yoldan geçen erkekler iki kere bakardı. Çok zarif bir vücudum vardı. Kuğu gibi yürürdüm. Bütün özelliklerimin sana geçmesi çok büyük bir nimet. Onu iyi sakla kızım."

Aynadan kızına bakmaya son verip kafasını ona çevirmişti. Kızının kahverengi yumuşacık saçlarıyla oynamıştı.

"Sana baktığımda kendimi, hatırlıyorum. Oda geçmişi hatırlatıyor tabi. Acısıyla tatlısıyla birçok şey yaşandı."

Annabel'in aklı o anda geçmişe gitmişti. Soyunma odasında olan Annabel, Greg ile tartışıyordu. Greg onun gözünün içine bakıyordu.

"Bana o adamı sevdiğini söyleme. Sadece benden kaçmak için o adamla evlendin Ann."

Annabel onun avuntu sözlerine sinirliydi ama bağırırsa yan odadaki kahramanları başına toplayacağını biliyordu. O yüzden sakinliğini korumaya çalışıyordu.

"Ağzından çıkan kelimelere dikkat et Greg. Bu cümleleri başkaları duymamalı. Çünkü tüm bunlar senin avuntun. Ben eşimi seviyorum. Oda beni seviyor. Evliliğime gölge düşürme."

Greg onun sözlerine inanmışa benzemiyordu.

"Evlisin ama hala daha geceleri bizimle sokakta koşturuyorsun. Eşin buna nasıl izin veriyor? Emekli olmanı..."

Annabel, onu daha dinlememek için sözünü kesmişti.

"Greg ben hamileyim."

Greg'in o anda yüzü düşmüştü. Aklındaki cümleleri unutmuştu. Annabel'e karşı savunma kurmak için söyleyecekti ama onun söylediği üç kelime, beyninden kurşun yemiş gibi hissetmesine neden olmuştu. Ağzını açıp konuşamıyordu o yüzden. Annabel de konuşmaması için bunu söylemişti zaten.

"Ve evet. Emekli olmamı istiyor. Sadece doğru anı bekliyorduk. Elimdeki belgeler ile karşılarına çıkıp emekliliğimi isteyeceğim."

Annabel ona meydan okurcasına işaret parmağını kaldırmıştı.

Adaletin BekçileriWhere stories live. Discover now