6# Illness and Say Special Things

3.7K 329 280
                                    

Kendimi filmler ve kitaplara adadığım güzel hafta sonumun sonlarına doğru gribe yakalanmıştım. Saygıdeğer grip, sanki hayatıma biraz daha sorunu memnuniyetle kabul edebilirmişim gibi bana doğru dehşet verici bir atak yapmıştı. Sonuç: Birden başlayan öksürük nöbetleri, oluk oluk sümük akan bir burun, kızarmış gözler ve sabah akşam alınması gereken ilaçlar.

Pazartesi günü nasıl okula gittim, nasıl derslere girdim ve dersleri dinleyebildim hiç bilmiyorum. Derslere dair hatırladığım tek şey, fizik dersinde ben on beş dakika arayla öksürürken herkesin irkilerek bana bakmasıydı. Çok içten gelen, hırıltılı bir öksürüğüm vardı. Hatta küçükken gittiğim doktor, öksürüğümü köpek öksürüğü diye adlandırmıştı. O doktordan nefret ediyordum!

Okul çıkışı hastalıklı bir halde çantamı sırtıma taktım. Derslerin bitmesinin verdiği memnuniyetle okuldan çıkarken Luke ile olan dersimi hatırlamam uzun sürmedi. Oflayarak telefonumu elime aldım. İlk önce onu arayıp haber vermeyi düşündüm; ama son yaptığı şeyin sinirime çok dokunduğunu hatırladım ve onu aramaktan vazgeçtim. Beni orada sap gibi bırakıp o kızla gitmesi belki de takmam gereken bir mevzu değildi. Hatta bana neydi. Durum böyle olsa bile takılmıştım işte. Hastalandığım ve bugün ona ders vermek zorunda kalmadığım için kendimi şanslı hissediyordum. Çünkü onu görmeyi zerre kadar bile istemiyordum.

Telefonumun kilidini açıp yurda doğru ilerlerken Luke'a aynen şöyle yazdım:

Merhaba Luke.

Üzülerek söylüyorum ki, verem denen şu illet hastalığa yakalandım. Bu yüzden bugün sana ders veremeyeceğim. Ölme ihtimalimin çok yüksek olduğunu aklında bulundurup kendine başka bir öğretmen bulursan sevinirim. Sonuçta toprağın altında böcekler tarafından yenirken sana ders anlatamam.

Öteki tarafta görüşmek üzere.

Sevgiler, Rue.

Mesajımı ne zaman okur, ne tepki verir bilmiyordum. Umursamıyordum da. Şu an ilgilendiğim tek şey beni pençeleri arasına alan hastalığımdı.

Sarsak adımlarla okuldan çıkıp yurda ilerlerken telefonum titredi. Ekrana baktım. Luke bana cevap atmıştı:

Mizahını toprağın altında kalmasına izin vermeyecek kadar çok seviyorum. Kahramanın olup seni kurtarmak istesem, bana izin verir miydin?

Yüzümü buruşturdum. Cevap yazarken homurdanıyordum.

Bir kahramana kahramanlık yapamazsın.

Bana vereceği cevabı görmemek için telefonumu kapatıp cebime koydum. Bir an önce yurda varma hayali içindeydim. Dinlenmek için ölüyordum.

Tam o sırada, adımın seslenilmesiyle yerime çakılıp kaldım. Bu bir şaka olmalıydı.

Arkamı döndüm ve onunla göz göze geldim. Luke, elinde telefonu ve yüzünde kocaman gülümsemesiyle karşımda dikiliyordu.

"Bazen en büyük kahramanların bile yardıma ihtiyacı olur Rue," dedi aramızdaki mesafeyi bir-iki adım kalıncaya dek kapatarak.

"Beni nasıl bu kadar çabuk buldun?" Cümleyi telaffuz ettikten hemen sonra öksürük krizine girdim. Ben şiddetle öksürürken, sırtımda hafif bir sıcaklık hissettim. Öksürmekten yaşarmış gözlerimi açıp sırtımı sıvazlayan elin sahibine, Luke'a baktım. Yüzünden endişe okunuyordu. "Gerçekten hastaymışsın."

Boğazımı temizledim. "Yalan söylediğimi mi düşünmüştün?"

İnkâr etmedi. "Evet."

"Neden? Yani neden sana yalan söyleyeyim ki?"

Don't blink you might miss // hemmingsWhere stories live. Discover now