13- Kandırmaca

1.2K 130 90
                                    

"Daha nazik tutmalısın." dedi parmaklarımı gevşeterek.

"Aşağı yukarı yaptıkça bileğim ağrıyor."

Söylediğim şeye pis bir şekilde gülerek "Saçmalama." dedi. "Ellerim bunu yapmaya alışık. Sadece içgüdülerini dinle."

İnleyerek gözlerimi kapadım ve içgüdülerime kulak verdim. Ama kafamın gerisinde çıt çıkmıyordu. Tekrar gözlerimi açtığımda karşılaştığım, Michael'ın bana yönelmiş olan beklenti dolu bakışlarına karşılık başımı iki yana salladım ve kucağımdaki gitarı ona uzattım.

"Gitar çalmak içten gelen bir şey değil, Michael, sonradan öğrenilen bir şey." dedim iç çekerek arkama yaslandığımda. Michael ise sadece bana bıkkınlıkla bakıp kucağıma gitarı geri yerleştirmişti.

"Eskiden gitar çaldığını söyledin sanıyordum."

Yerimde heyecanla doğrulup parmaklarımı tellere yerleştirdim. "Evet!" diye tıngırdattım telleri. "Bak şimdi."

Michael ise daha ben çalmaya başlamadan ellerini yanaklarına koyarak bana yalvararak bakmıştı. "N'olur yine Wonderwall olmasın!"

Verdiği tepki kesinlikle haklı bir tepkiydi.

Ben 5 Seconds of Summer'ın gitaristinin bedenine girdiğime göre, gitar çamayı da öğrenmem gerekiyordu tabii ki. Çünkü konserlere iki aydan az zaman kalmıştı ve biz de Michael'la, bu konu hakkında bir şeyler yapmamız gerektiğini fark etmiştik. Bu kadar kısa zamanda gitar öğrenmenin mümkün olmadığını düşünüyor olabilirsiniz ama takdir edersiniz ki bu, bir sabah bambaşka biri olarak uyanmak kadar fantastik de değil.

Geçen haftanın başında Michael'ın eşyalarını buraya getirmiştik ve o zamandan beri birlikte yaşıyorduk. Üstelik onunla yaşamak hiç de düşündüğüm gibi zor olmamıştı. Aslına bakarsanız, saçma bir rutin geliştirmiştik.

Her sabah birlikte koşuya çıkıyorduk. O bana önceden başlamam için izin veriyordu ama beni yine de geçmeyi başarıyordu. Sonra ben de ona mızıkçılık yapıyordum çünkü eğer benim bedenimde olmasa beni geçmesine olanak yoktu. Eve gittiğimizde güzel bir kahvaltı yapıyorduk ve bu sefer Michael bana kahvaltının ne kadar sağlıklı olduğundan yakınıyordu.

İkimiz de duşlarımızı aldıktan sonra Michael bana gitar çalmayı öğretiyordu. Ben bu işte bok gibiydim ama o oldukça sabırlı davranıp hiç şikayet etmiyordu. Ama ben kendimden sürekli şikayet ediyordum. Ve en sonunda da Michael'a Wonderwall çalmaya başlıyordum çünkü çalabildiğim tek şarkı oydu... Alfabe şarkısı dışında.

Onun dışında günde birkaç saat kendimize kişisel vakit ayırıyorduk ve geri kalan zamanın tamamında da birbirimize kendimizi anlatıyorduk ki diğer insanların yanında oyunumuzu sürdürebilelim.

"Senden güzel çaldığımı itiraf etmelisin." dedim Michael'a, söylediğim şeye kendim bile inanmayarak. Bana kıkırdadığında gitarı ümitsizce koltuğun kenarına yasladım ve dudaklarımı büküp kollarımı göğsümde kavuşturdum. "Bence herkese, şu geçirdiğim kazada beynime bir şey olduğunu ve artık gitar çalamadığımı söylemeliyiz. Bak, çok da kötü değil, en azından sesin bende olduğu için hala şarkı söyleyebilirim."

"Evet, çok mantıklı!" diye heyecanla bağırdı Michael ve bacaklarını altına toplayarak koltukta bana döndü. "Yani, sorunun ne olduğunu anlamak için seni, böyle, testlere falan sokarlar. Ama bir şey çıkmaz. Sonra milyonlarca daha teste girersin ve eğer şanslıysan, aldığın onca radyasyonla kanser falan olmazsın! Ve tabii bu arada gitar çalmaktan kurtulmuş olursun. Gayet iyi plan."

Benimle dalga geçmesine dudak büktüm. "Psikolojikmiş deriz?"

Gözlerini devirip koltuğa uzandı ve bacaklarını da kucağıma uzattı. Benim canım bacaklarım. Eskiden birlikte ne güzel de koşardık...

Being Michael CliffordWhere stories live. Discover now