Yanlış anlamayın, İzmir'deki evimi küçümsemiyordum. Orası, bu şatafatlı, içinin bir sürü süslü eşyayla dolu olduğunu tahmin ettiğim ama bana bomboş gelecek olan evden bin kat daha yuvaydı benim için.

Biz orada o şekilken, onlar burada bu şekilmiş demek.

Babam herhangi bir cevap beklemeden yürümeye devam etti. Babamın bu dev ev konusunda bu kadar normal davranması garipti. Belki de Aslı'nın ölümü olayı onun gözünde diğer her şeyi önemsiz kılıyordu. Muhtemelen...

Başımı eğik tutmanın daha büyük bir yenilgi göstergesi olduğuna karar vererek etrafımı incelemeye koyuldum. Pencerelerini saymaya çalıştım ama biz ana kapıya gelene kadar bitiremedim. Park halindeki beyaz bir Nissan Qashqai'nin yanından geçmiştik. Evin üst katları açık sarıydı. Alt katları ise şu bilindik kiremitlerdendi. Hiç "şu bilindik kiremitler" bu kadar bilinmedik görünmemişti gözüme. Bildiğim her şeyi boğazımdan aşağı tıkıyordu bu ev resmen. Çok büyüktü. Beni bir lokmada yutabilecek kadar...

Küçükken babamla "Canavar Ev" adlı bir çizgi film izlemiştik ve bir hafta boyunca gece uyurken duvarların beni ham yapacağından korkup, babama "anca beraber kanca beraber", "ben gidersem sen de gidersin" ve benzeri ilham verici konuşmalar yaparak onunla uyumuştum.

Etrafın çimen, çiçekler ve ağaçlarla dolu olması bile benim ürkmeme engel olamıyordu. Evet, evin görkemli olması beni mutlu etmeliydi. Sonuçta artık burada yaşayacaktım ve at bile koşturabileceğim kadar büyük bir alana sahip olacaktım. Fakat benim at koşturmak gibi bir niyetim yoktu ve bu kadar büyük bir evde yaşayacağıma sevinmemi gerektirecek başka bir sebep bulamıyordum.

Kapının önünde beklemeye koyulduk. Tabi eğer üst katlardaysa "annem", taa en alt kata inip, kapıyı açmasının yıllar sürmesi normaldi. Bekledikçe havadaki oksijenin yerini gerilimin aldığını hissediyordum ve kalbimin ağzımda atmaya başlaması durumu hiç de kolaylaştırmadı benim için.

Neden heyecanlanıyordum ki? Sanki Ryan Gosling'i görecektim. Altı üstü beni on yedi yıldır arayıp sormayan, bu koca kocaman evde yaşayan, ablam ölünce aklına geldiğim "annem"i on yedi yıldan sonra ilk defa görecektim.

Bunda ne var kalbim? Göğüs kafesimden çıkıp, bundan sonra elimde varlığını sürdürmek istiyormuşsun gibi atmayı bırak lütfen. Zira o şekilde ikimizde var olamayız. Hatırlatmak isterim.

Vazcaydım ben.

Ben gidiyorum.

Yapamam.

Hazır değilim buna.

Yoo, yoo. Ağlamayacağım. Kesinlikle ağlamaycağım.

Tepkisizliğimi korumak zorundayım.

Babam kafasını doksan derece döndürüp gözlerimin içine içine baktı ama kapının ardında duyduğumuz ayak sesleriyle önüne döndü yeniden.

Kapı açıldı.

Ellerim sessiz çığlığımı gözlerden saklamak için ağzıma kapanırken; gözlerim sırasıyla korku, şaşkınlık ve öfke içinde yoğruldu. Geriye doğru sendeledim önce. Sonra adımlarım üzerinde hakimiyet sağlayarak, geri geri ilerlemeye devam ettim. Gözlerimi kapıyı açmış olan kişiden koparıp alabilince, arkamı döndüm ve bahçeden koşarak çıktım. Babamın arkamdan bağırdığını duydum ama vücudumdaki bütün kaslar beni ileri doğru yönlendiriyordu. Kafamı geri çevirmek, arkama bakmak ya da geri dönmek fiilleri benim sözlüğümde yer almıyordu o an.

Nereye gittiğimi bilmeden koşmaya devam ettim. Kaybolabileceğim ihtimali bir an olsun bile aklıma gelmedi. Sadece koşarak İzmir'e geri dönüp Guiness rekorlar kitabına girmek istiyordum. Şöyle güney batıya doğru koşarsam ulaşırdım İzmir'e. Elif'in ya da Esin'in evinde kalırdım. Ya da Canberk... O beni sokaklarda bırakmazdı. Olmadı basardım imam nikahını; alırdım Canberk'i. Sorun falan kalmazdı. Bunlar kafamdaki düşüncelerin yüzde birini oluşturuyordu. Daha neler neler geçmişti aklımdan o koşma süresinde.

HUZURWhere stories live. Discover now