Dudaklarını acıtan yalancı gülümsemesiyle birlikte, unlu parmağıyla dışarıda duran saçımı kulağımın arkasına sıkıştırdı. "Saçların çok uzamış."

Elimle bir tutamı alıp uzunluğunu ölçmeye çalıştım. "Sahiden mi?"

"Evet," dedi parmağını bu sefer saçımın diğer tarafına yönlendirirken. "Seni ilk gördüğüm zamanlar daha kısaydı. Kesmemi ister misin?"

"Neden keseceğiz?"

"Seni ilk gördüğüm andaki gibi olmanı istiyorum," dediğinde, gözlerimiz kimsenin duyamadığı o fısıltıyı duyarak birbirine tutundu. "Değişmeni istemiyorum." Elleri hiç hissettirmeden çeneme inmişti. Bana bakan siyahlıklarına her zamankinden daha tanıdık bir duyguyla bakarken, günlerdir peşimi bırakmayan öksürük krizi yeniden cereyan etmişti. Vücudum içimde benim görmeyi başaramadığım şeyleri dışarı atmak için sarsıldığında, Barış'ın çenemi sıkan ellerinin geriye çekildiğini hissettim. Vücudumu dik tutmam için destek olmaya çalışıyordu, sarsılan bedenimi gücüyle zapt etmeye çalışan ellerinden birisi sırtımdaydı.

Öksürüğüm durulduğunda, sol kolumu Barış'ın boynuna doladığımı fark etmiştim. Onun bir eli de benim belimi sıkı sıkıya sarmış, sıcak bir kelepçe gibi ondan uzaklaşmamı engellemişti.

"Bugün kesinlikle doktor çağıracağım," dedi Barış, daha çok kendisiyle konuşuyormuş gibi. "İtiraz etmek yok."

Kolumu onun boynundan çekmeden, başımı göğsüne yasladım. Koltukta çizgi film izlerken uyuyakalıp babası tarafından yatağa taşınan kız çocuklarından farksızdım bu şekilde. Homurdanarak yanağımı göğsüne sürttüğümde,"İstemiyorum," diyerek inat ettim.

"Mızmızlanma." dedi, kafasını saçımın üstüne yaslarken. Yanağının yumuşak teni, saçımın altındaki derimi uyuşturuyordu. "Çok hastasın, kelebek. Bir şeyler yapmam gerekiyor."

"Doktorun diyeceği şeyleri zaten biliyoruz."

Hafifçe belimi sıkan kolunu geriye çekti, o böyle yapınca ben de kendiminkini çekmek zorunda kalmıştım. Herhangi bir ağır kuvvet kullanmadan, tüy kadar hafif bir baskıyla omzumu yatmam için ittirdi. Bedenim, onun yönlendirmesiyle koltuğa yatarken, gözlerimi üzerinden hiç ayırmamıştım. Doktorun ne diyeceğini biliyorduk, ama belki bizim göremediğimiz farklı bir şeyi söyler umudu tüm bildiklerimizi talan ediyordu.

Gerçekler parmağımızı uzatsak tutabileceğimiz bir mesafedeyken, biz gözümüzü kaf dağındaki umuda dikmiştik.

"Benim birkaç işim var," dedi Barış, bulunduğum açıdan dev gibi görünen boyuyla. "Keki çıkarmayı unutma, birazdan senin yanına birisi gelir zaten."

"Nereye?" diye sordum, kalkmak için yeltendiğim sırada. Barış benim kalkmama izin vermeden vücudumu omzumdan yeniden bastırdı. Normalde biraz daha çabalayarak kalkmayı başarabilirdim ama, vücudumdaki tüm güç bir kağıttan ev kadar dayanıksızdı. Her an dış güçlerden gelecek bir kuvvet tarafından yıkılmayı bekliyordu.

"Telaş yapacak bir şey yok. Hemen geleceğim."

"Kalkmak istiyorum." diye direttim. Yeniden doğrulmak için yeltendiğimde, Barış koltuğun yanında yere çöktü. Boylarımız eşitlenmese bile, daha yakın duruyorduk.

"Oldu mu?" diye sordu, gözlerini üstümden ayırmadan.

"Çabuk gel, lütfen."

Gülümsedi. Her zaman ki gibi, gözlerindeki yorgunluğu kıramayan bir gülümsemeydi bu. Alnıma uzun bir öpücük bırakıp diz çöktüğü yerden kalkarken, yaptığı her hareketi izliyordum. Bana son bir bakış atarak odadan çıktığında, dudaklarında hala oraya öylesine çizilmiş gibi duran gülümsemesi vardı.

Bir Kelebek HikayesiWhere stories live. Discover now