Sonsuzluğa Son Adım

180 10 9
                                    


   BİRİNCİ ADIM 

"Geri mi dönüyorsunuz?" Çağdaş'ın günlük bir konuşmada kullanılacak kadar olağan ama onun sesinin tınısıyla birleşince endişeli çıkan sorusu bana ulaştığında, Tekin'in arabasının yolcu koltuğundaydım. Koltuk sanki vücudumun yarısını içine çekmişti, normal şartlarda orta seviyede olan koltuk; bana şimdi içinde kaybolabileceğim kadar büyük geliyordu.

Cam açık olduğu için seslerini duyabiliyordum ama yüz ifadelerini görmemek adına, kafamı diğer camın olduğu yöne çevirmiştim. Sırtım onlara dönmüş olsa da, algılarım onlar tarafından gelen her şeyi kabul edecek kadar uyanıktı.

"Geri dönüyoruz, birader." dedi Barış, buz gibi bir sesle. "Sağ ol her şey için."

"Benim yüzümden mi gidiyorsunuz?" Çağdaş ağlayacak gibiydi. "Biraz daha kalsanız, yine gidersiniz."

Barış'ın atmacayı andıran siyah gözlerinin bana döndüğünü hissettim."O, iyi değil. Kalamayız burada."

"Sarılmak istedim diye mi böyle oldu, abi?" Çağdaş'ın sesi o kadar içten geliyordu ki, tüm duygularım az önce bedenimden canımı acıta acıta gitmiş olmasa, ağlayabilirdim."Sana yemin ederim, üzülsün diye yapmadım. Sadece ona çok benziyor be abi, Zehra'ma sarılmayalı yıllar olmuştu. Kusuruma bakma." 

"Üzme canını." dedi Barış, aralarında sessizlik olmadan önce. Sessizliğin girdiği zaman diliminde, birbirlerine sarıldıklarını tahmin etmiştim. Herkesin kullandığı, kullanılmaktan eskimiş veda sözcüklerinden sonra Barış'ın arabanın çevresinden dolandığını gördüm. Onun tarafındaki kapı açıldığında, bu sefer kafamı diğer tarafa çevirmiştim. Dakikalar önce içimde bir şey kopmuştu ve o yerin bıraktığı boşluk dolana kadar, kimseyle göz göze gelmek istemiyordum.

Yalnız önceden tahmin edemediğim bir şey oldu ve diğer camın tarafında olduğunu unuttuğum Çağdaş'la göz göze geldik. Gözkapaklarımı birisi zorla yukarıdan çekmiş gibi ona baktığımda, siyahın bulandığı fındık kahvesi gözlerinde hüznün en ham halini gördüm.

Bana bakıyordu, ama beni görmüyordu. Yüzümde gördüğü diğer kızı çok iyi bildiğim için, sessiz kalıp bana bakmasına izin verdim. Bir şey diyecekti sanki, dudakları ufak bir titreme eşliğinde kıpırdayacakken, altımızdaki araba gürültüyle çalışıp aramızdaki gizli bakışmayı da, onun dudaklarına tırmanan düşüncelerini de kesmişti.

Camın görüntüsü Çağdaş'ın görüntüsünü geride bırakıp bana farklı bir manzara sunarken, içim dipte son bir gözyaşı kalmış gibi çalkalanıyordu.

"Kimdi o?" diye sordum, en az bir ölü kadar canlı olan sesimle.
Barış'ın bakışları bana döndüğünde, yüzünde konuşmuş olmama şaşırmış gibi bir ifade vardı."Çağdaşı mı diyorsun?" dedi, yeniden yola dönerken. "Zehra'nın abisiydi."

"Yetimhanenin önündeki resimlerini gördüm."

"Babası ikisini de terk etmiş oraya, ama onlar birbirlerini bırakmamış. Ta ki Çağdaş, Zehra'ya bakamayacağını anlayıp, onu yarı yolda bırakana kadar."

Birilerine sahipken, hiç kimseye sahip değilmişsin gibi hissetmeyi iyi bilirdim. Zehra'yı anladığım, ona hak verdiğim nadir anlardan birindeydik.

"Sen iyi misin peki?" diye sordu Barış, gözlerini yoldan ayırmadan. Kaşları çok uzun süredir çatıktı, gergin olduğunu anlayabiliyordum.

"İyiyim." En az bir el bezi kadar.

"Seni buraya getirdiğim için bana kızgın mısın?"

Gözlerimi yumup sorusunu elimin tersiyle iteklerken, sessiz kalmayı tercih ettim. İşin aslı, o odada kaldığımı anladığım ilk anda gözüm dönecek kadar Barış'a kızmıştım. Beni kendi ruhumun aynalarının olduğu bir odaya sokmuş gibi hissetmiştim ama sonra, duygularım son süratle bedenimden ayrılmıştı. İnsanların hayatını mahveden hislerim yoktu artık. Düşüncelerimin olduğu yer, en az terk edilmiş bir ev kadar boştu. Damarımdan geçen kanın bile donuklaştığını hissediyordum.

Benden cevap alamayacağını anlayınca telefonunu cebinden çıkardı. Tek eliyle direksiyona hükmetmekte hiç zorluk yaşamazken, telefonu tutan parmakları hızla görsem bile tanıyamayacağım bir numarayı tuşladı. Telefonu kulağına sabitleyeceğini düşünürken, o hoparlörü açmış gözlerimin içine bakıyordu.

Arabanın içine mekanik sesler dolduğunda, meraksız gözlerle Barış'ın yola dönen çehresine baktım. Mekanik ses, telefonun açılmayacağını düşüneceğim kadar uzun bir süre arabanın içini istila ettikten sonra,"Barış?" dedi, Emir'in tanıdık sesi.

"Geri dönüyoruz." dedi Barış, ortaya doğru uzattığı telefona biraz eğilip. Bakışları hala yolun üzerindeydi.

"Ciddi misin sen? Biz tatil köyünden ayrıldık, ne zaman dönersiniz?"

"Beş altı saatlik bir yolumuz var."

"Çok sevindim, sen gel sana yapacağımı biliyorum ben." Sesi, başından beri fark edemediği şeyi fark etmiş gibi duraksadı. "Niye dönüyorsunuz ki siz?"

"Nisan sizsizliğe dayanamadı."

"Tabii dayanamaz, oğlum." dedi, sesi yeniden keyiflenirken."Yanında mı? Telefonu bir versene mavişime."

"Seni duyuyor."

"Maviş!" Emir'in sesi, Barış'la konuştuğundan daha yoğun bir sevinçle dalgalanırken, kafamı camın olduğu tarafa döndürdüm. "Kız kime diyorum! Barış beni mi yiyorsun lan sen, ses gelmiyor."

"Konuşası yokmuş, kapatıyorum." Barış, karşı tarafın cevap vermesine fırsat tanımadan telefonu kapattığında, arabanın içine dipsiz bir sessizlik çökmüştü. Sessizliğe sıkı sıkıya tutunuyordum, herhangi uzun bir sohbetin arasına girmek isteyeceğim en son şeydi.

Vücudumu çiğneyen bu bitkinlik geçene kadar, kendimi tüm dış dünyadan soyutlamayı düşünüyordum. Böyle düşünmesem bile, tepki mekanizmam yerle bir olmuştu. Şu an yapabileceğim tek insani hareket nefes almaktı ki nefes almanın bile ciğerimde sigara basılmış gibi bir etkisi vardı.

"Emir'le konuşunca iyi hissedeceğini düşünmüştüm."

"Beni iyi hissettirecek hiçbir şey yok artık." dedim, açıkça. Gerçek düşüncelerimi çok uzun zamandır içimde kilitli tutmaktan bitkin düşmüştüm. Karşımdaki insan ne düşünür diye yuttuğum her bir düşünce, şimdi onları huzura kavuşturmam için an kolluyordu.

"Kendine işkence yapmayı kes," dedi Barış, emrinin keskin uçlarını hissetmemi sağlayan sesiyle. "Çağdaş'ın evinde olanları, Çağdaş'ın evinde bıraktık. Yaşadığın o an, geride kaldı."

"O uçuruma atılan son adımdı, artık düşüyoruz Barış."

"Tutunacak bir yer buluruz." dedi, bastırarak.

Dudaklarım gülümsemeye benzer bir ifadeyle büküldüğünde,"Birbirimize tutunuyoruz," dedim, beklentimin sıfırdan beslendiğini fark ederek."Ama ikimiz de düşüyoruz."

Direksiyonu bir düşmanmış gibi kavrayan ellerinin görüntüsüyle bakışlarımı kaçırdım. Bakışları bana dönmemesine rağmen, onun tarafından göz hapsine alınmışçasına rahatsız hissediyordum.

"Birlikte düşüyoruz," dediğinde, sesi eski sakinliğini kaybetmişti. "Şu bitmek bilmez lanet uçurumdan birlikte düşüyoruz, Nisan. Sence birlikte olduğumuz sürece, düşmenin benim için bir önemi kalır mı?"

Başımı camın sarsılmaz soğukluğuna yaslarken, ona verecek bir cevabım olup olmadığını düşünüyordum. Tüm olası cevapların biriktiği torbamı ellerimi acıtacak kadar çok karıştırdığım halde, aralarından uygun olanını bulamamıştım. Bunun sonucunda, Barış'a verebileceğim tek şey sessizlikten ibaretti.

Camın aksine farklı farklı hayatlar vuruyor, her biri belki de bir daha asla göremeyeceğim o kendi dünyalarında kalıyordu. Gözümün perdesine yeni şehirler inşa edildi, yüzlerinin altına yapıştırdıkları sırlarıyla yeni insanlar belirdi; tüm bunlar, hafızamda iki saniyelik görüntülerden daha fazla yer kaplamayacaktı. Az önce gördüğüm adam, ölmek üzere olan bir kızın anılarında taptaze canlı durduğunu asla bilemeyecekti.

Saniyelik bir görüntüyle, bir anneyle kızının yolda yürüdüğünü gördüm. Bu en başından beri zihnimde varlığını sürdüren ama gizlenmeyi başaran sorumu yeniden hatırlamamı sağlarken,"Barış?" dedim, sorar gibi.

"Hım?"

"Beril'le bebeğine annenin ne yaptığını biliyor musun?"

Duraksadı. "Bunu sen nereden biliyorsun?" Gözleri bana döndüğünde, bakışlarımdaki anlatacak gücüm yok ifadesini anlamış olacak ki, yeniden önüne dönerken üsteleyip, beni zorlamadı. "Kaldırabileceğin bir hikaye olduğunu sanmıyorum."

"Bu hikayeyi kaldırabileceğim tek ve belki de en doğru zamanımdayım."

Bakışları bana döndü, yüzümde okunmayı bekleyen boşluğun ne anlama geldiğini biliyordu. Duygularım ne kadar süreliğine olduğunu bilmediğim bir yolculuğa çıkmış ve bedenimi sadece bir et parçası olmasına sebebiyet verecek şekilde terk etmişti.

"Beril, kimden olduğunu bilmediğim bir adamdan hamile kaldığında, ilk düşüncem ona nasıl bakacağımızdı." dedi, yıllardır sakladığı hikayeyi anlatmanın durgunluğunu yaşayarak. "Aldırmak veya ondan bir şekilde kurtulmak aklımın ucundan dahi geçmemişti, tek düşüncem o masuma nasıl bakacağımızdı. Beril, hamile olduğu için belli bir zaman sonra çalışamazdı, bunu biliyorduk. İş bana kalmıştı, anlayacağın."

"Peki, bebeğin babası?" diye sordum, aklıma gelen ilk soruyu dudaklarımın kurbanı ederken. Hikayeyi dinlemek için can atmıyordum, başka bir zamanda olsak daha hevesli dinleyebilirdim ama şimdi boş bakışlar ve boş sorularla doldurulmuş bir ilgiden ibarettim.

"Bebeğin babası bebeği öğrendikten sonra kaçtı." Biraz daha Barış'a doğru dönüp, imkansız olmasına rağmen arabayı süren çehresinde nasıl bir duygunun olduğunu anlamaya çalıştım. "Beril, doğurmaya karar verdiğinde, ona endişelenmemesini söylediğimi hatırlıyorum. Bebeğe bakacağım, zarar gelmemesini sağlayacağım tarzı şeylerdi. Sonra, bu sözlerin içinin balon gibi gazdan olduğunu öğrendik. Beril doğurduğunda, yanında ben vardım. Kir pas içindeki bir devlet hastanesinde, yıkanmamaktan rengini kaybetmiş bir sedyede doğurdu."

Yüzü ilk insani belirtisini gösterip buruşurken, devam etmeyeceğini sanmıştım ama beni şaşırtarak anlatmaya devam etti."Bir kız bebekti. Beril, adının ne olacağı konusunda günlerce düşünmüştü, ama ismini bile koyamadan bebek ellerinden alındı. Hem de anne diye bildiğimiz o kadın tarafından."

"Nasıl?" diye sordum, ona bakmayı sürdürerek.

"Zaten Beril'in hamile olduğunu biliyormuş. Doğuracağı güne kadar beklemiş. Doğumdan sonra eve geldiğimiz gün Beril'le yaşadığımız en güzel gündü, Nisan. Annesiz babasız hayata tutunmaya çalıştığımız için sürekli bir dert çıkıyordu ve biz, birbirimizin kıymetini o sorunlar yüzünden anlayamamıştık. Ama o bebek, bizim mutlu olmamızı sağlamıştı. Uğruna yaşayacak bir şeyimiz vardı artık, Beril'le."

"Peki sonra ne oldu?"

"İşe gittim. Beril'le bebek evde kaldı. O gün, bebeğe bir şeyler almayı düşünüyordum. Bu yüzden biraz oyalandım sanırım, eğer oyalanmasaydım şimdi hayatımız nasıl olurdu merak ediyorum. Eve döndüğümde, Beril hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Ne olduğunu sordum, bebek nerede dedim bir ara. Annem gelmiş ve bebeği öylece almış. Hiç acımamış Beril'e. Yanında o Doğan itinin adamları da varmış, kendi öz kızını hırpalayarak elinden bebeğini almış. Beril koşmak istemiş ama yeni doğum yaptığı için dikişleri onu zorlamış, yine de çabaladım der hep Beril."

Bir şey hissetmememe şaşırarak gözlerimi kırpıştırdım. "Bebek annenin yanında mı?"

"Hayır," dedi, dümdüz. "Öldü."

Vücudumu terk eden tüm duygularım bir anda yerine dönmek için birbirleriyle savaşıyormuş gibi, yerimde titredim. Sonunda, tepki verebildiğimi fark ettiğimde, tüylerimin arasından rahatsız edici bir elektrik akımı geçer gibi oldu. "Annen mi yaptı?"

"Bebeğin babası." dedi Barış, sesi gittikçe duyulamayacak bir tona düşüyordu. En başından beri anlatmaya korktuğu yere gelmişti. "Zaten, para diye ölecek bir adamdı şerefsiz. Bebeğin Doğan'ın bakımında olduğunu anlayınca, o beyinsiz kafasıyla fikir yürütmüş. Doğan'ın parası malum, o itin yedi sülalesini doyurur. Bu da gidip kendi öz çocuğunu kaçırarak fidye istemeye karar vermiş."
Yutkundum. Tükürüğüm, bilmediğim bir asitli sıvıyla karışarak boğazımı arşınlarken, hissizliğimin beni bırakmaması için içten içe yalvarıyordum. Şu an, bir kez daha ağlayacak gücüm yoktu.

"Kaçırmış bebeği, hizmetçinin elindeyken. Doğan'dan Doğan'ın bile ödeyemeyeceği miktarda para istemiş. Yine de, Doğan parayı bir yerlerden bulacağını söylemiş. Parayı bulduğundaysa, bebek çoktan.."

"Nasıl?" dedim, bağırmama engel olamayarak.

"Öz babası olacak it, bakamamış çocuğa. Artık soğukta mı bıraktı, yemek mi vermedi bilmiyoruz."

Hissizliğime, avuçlarımı kanatacak kadar çok sıkı tutunarak,"Tüm bunları sen nereden biliyorsun?" diye sordum.

Bu sırada kırmızı ışık yanmış ve önümüzde ilerleyen birkaç arabanın durmasını sağlamıştı. İçinde bulunduğumuz araba da onlar gibi yavaşlarken,"Öz babasını buldum. O anlattı." dedi, diyeceği şeyleri her zaman bilen robot edasıyla.

Bir Kelebek HikayesiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin