Kriz - Kısım -1

414 144 17
                                    

  Eğer yürüdüğünüz yolda güçlük ve engel yoksa, bilin ki o yol sizi bir yere ulaştırmaz.

-Bernard Shaw 

Abraham'a çektiği telgrafın üzerinden ve Macclesfield olayının hemen ardından neredeyse dört kocaman gün geçmişti, ama Lavie neredeyse hiç rahatlamamıştı. O çok bilindik basmakalıp ruhsal dengesi olduğu gibi seyrediyordu, çünkü kendini diğer insanlardan soyutlama başarısı ve damgalama becerisi hiç mi hiç değişmişe benzemiyordu. Sosyal statü kaybı, ayırımlar, içsel algılar ve tüm bunların büyük yaradılış hikayesi olan inanç sistemi hala onun için benzersiz bir kostak meskeniydi. Soho'daki o fare deliğine dönecek olursak, o çok alışılageldik müthiş sıradan günlerden biriydi denilebilir; tek fark o gün yağmur yağmaması idi herhalde. Güneş her zamanki gibi çalımlı ve gösterişli bir biçimde ışıkları biçimsizce yatak odasının duvarına doğru yansıtıyor, turuncumsu ışık huzmelerinin yarattığı duvar tablosu tıpkı zebanilerin tuvallere fırça darbesi vurması kadar uğursuz görünüyordu. Kendisi de tıpkı bir goncolos gibi yatağın bir tarafına büzüşmüş, suyu sıkılmış ıslak bir bez gibi kapıyı izliyordu. "Uğursuz bir gün," diye düşünüyordu. Herkesin kendine özgü uğur getirdiğine inandığı bazı şeyler vardı tabii. Bunlar kimi zaman bir nesne kimi zaman ise rutin bir davranış olabiliyordu. Lewis insanların güneşli günlere büyük bir şans ve uğurla başladığı dedikodusunu pek çok kez duymuştu; oysa hepsi, her sabah hayalini kurdukları ve güler yüzleri ile arşınladıkları bu boynu kırılasıca dünyanın kısacık bir yalanından ibaretti! Dağınık duran yatağından kalktı. Gözlerinde birikmiş olan çapakları avucunun kenarı ile iyice sildi ve odanın içine sinmiş olan kızarmış ekmek, erimiş tereyağ kokularını aldırış etmeden mutfağa yöneldi. Sonra baş belası kapısından zangır zangır sesler gelmeye başladı; seslerle beraber odasındaki şifonyer, şilte ve camlar zelzeleye yakalanmış gibi titriyordu. Tüm bu gürültüye ev sahibinin öfkeli seslenişleri takip ediyordu. "Aç kapıyı haydut!" diye bağırıyordu. "Hala burada mısın?" Adalbert Jigger denilen bunak! Lewis elini alnına götürdü ve iyice gerildiğini hissettiği başına hafifçe masaj yaptı; bu sırada dış kapıya yönelmişti. Bu kırtıpil kapı her zamanki inatçılığını gösteriyordu. Önce kapının sürgüsünü açtı, sonra ayağının tekini döküntü duvara bastırdı ve iki eliyle kavradığı kapıyı büyük bir güçle çekmeye başladı. Ev sahibinin o korkunç soluklanmasını, ağzından tükürükler saçtığını anlamak için yeterince yakın bir açıydı. Birkaç dakika sonra sıkışmış olan kapı açıldı ve ev sahibinin kurtyemez yüzü keskin ama öfkeli bir serzenişle içeriye daldı; daracık salondan geçerek bir memur gibi mutfakta sağa-solu kolaçan etmeye başladı. Ama bir gariplik vardı; bu kurtyemez yüzün ağzından dökülen kelimeler sanki boğuk bir canavar kükremesi gibi geliyordu. Belki de uyku sersemi olduğu için hayal görüyordu. Bu her zamanki ev sahibinin yüzü müydü? Sanki bir tarafı kendisine aitken diğer tarafı, aç kalmış bir canavarın tıpatıp benzeriydi. Hayır; kır saçlı, kilolu, sarı benizli, çiroz bir adamdı işte! Kulakları çınladı. Birkaç saniye sonra bomboş bakıp durduğu bu canavarın sesi de, yüzü de eski haline geldi. Adalbert Jigger Berlin ziyaretinden bu kadar erken neden dönmüştü ki? Ayrıca hiç olmadığı kadar huysuz ve saldırgan görünüyordu; daha çok okuduğu türlü türlü haber sütunlarından etkilenmiş gibi duruyordu. O haberlerin içeriğini adamın hiç olmadığı kadar endişeli ve nemli tenine bakınca daha rahat anlıyordu: 'kiracı dehşet saçtı', 'kiracı parasını ödemeyip kaçtı', 'kiracı ev sahibesini katletti' vb. türlü şeyleri kafasına sokmuştu! Oysa bu imajı yaratacak tek bir kusuru yoktu! Yıllardır kirasını günü gününe ödemişti ve ancak şubat ve mart aylarının giderini zamanında vermemişti; işlediği tek kusur buydu. Hem nasıl ödeyebilirdi ki? Daha doğru dürüst bile beslenemiyordu. Ama bu adamın haklı çıkmasını istemiyordu, karşısında gururunun yerin dibine geçmesini, çeşitli mimiklerle 'haklıydım' demesini asla hoş görmüyordu.

TarotWhere stories live. Discover now