Hüküm - Kısım -2

1K 234 32
                                    

İnsanlar başaklara benzerler, içleri boşken başları havadadır, içleri doldukça eğilirler.

-Montaigne  

Lewis ay dilimi altında yürürken, üstüne kırılarak düşen ışık hüzmelerine baktı. Birkaç saniye sonra kocaman bir bulut kütlesi o büyük dilimin önüne geçmiş, ışığı kesmişti. Şimdi de boş yere sert veya kaba olmak istemeyen bir insanın utanç dolu yüz ifadesi vardı yüzünde. Bu yüz hatlarını çok iyi anımsıyordu; delilikten hastalığa, hastalıktan deliliğe gidip gelen o bitmez tükenmez gelgitlerden bir tanesiydi yine. Düşüncelerin histerik olarak beyine yansıması gibi bir şeydi; ahlaki çöküşe ve yok oluşa sevk eden, halktan soyutlayan, bireysel hayallere ve ruhsal sapkınlıklara zemin hazırlayan bir haldi bu. Sıkıca kavradığı kumanya elinde ileri-geri sallanırken, kendisine bir ceset taşıdığını düşündürüyordu. Parmakları sertleşmiş, boğazı kurumuştu. Duygu ve düşüncelerinin, tercihlerinin, eğilimlerinin, zayıf ve kuvvetli yanlarının farkındaydı: ama bu fitne psikoloji de insanı yeyip bitiriyordu. Manevi açıdan böylesine zayıf, eli boş kalmak, yazgısına yazılmış gibiydi sanki. Bir ara rahatlamak için durup, yol üzerinde ki çöp kovasının birine tekmeler savurdu, sonra duvarları yumrukladı. O anlarda sıcak bir gerilim ve rahatlık hissetti. Genç bir aile bireyi de bu haline şahit oldu. Evinin camını hava almak için sonuna kadar açmış olsa gerek, üçüncü kattan belli olan çocuksu çizgileri korku dolu bir endişeyle geri sarktı. Oysa ki Lewis, toplumun ahlaki bozgunculuğuna verilmiş en ölçülü cevap olduğunu düşünüyordu. "Çocuk işte," demesi de bunu kanıtlamıştı. Akademik bir fikir olmadığı kesindi ama melon şapkasını tutarken mazgallara gözü sıyırıyor olması, bir süreliğine de olsa kendisini sorgulamaya yetiyordu. Bir de o anda elem dolu, kafasının karıştığı dönemler gelmişti aklına. O zamanlar kulak kabartmak her zaman işe yaramıyordu tabi; etkisi hala üstünde, kalbinin derinlerinde fısıldıyordu. Akrabalarından kendine avcı diyen bir düzüne düzenbaz, sık sık feodal sistem hakkında bir takım konuları tartışır, evrim geçirmiş ticari rekabetle baş edebilmesi muhtemel teoriler ortaya atarlardı. İşte bu yüzden kapitalist düşüncenin ardındaki gerçekleri sık sık sorgulardı. Toprak insanın organlarından oluşuyorsa, o halde servet ve para da yaşamsal fonksiyonların devam edebilmesi için gereken yegane unsur muydu? "İnsan anatomisini düşün," derdi kendi kendine. O halde mühim olan sistemin içindeki açıklar değildi; tam tersine, bu radikal kararları ortaya koyan köklü yöneticilerdi. "Hepsi refah dolu halk için yaratılmış, döşetilmiş" ilkesi ile işler yürümüyordu. Mutlaka açıkta kalan kusurlu gedikler vardı. Erdemli olmak demek bu hataları örtmek olsa dahi, insanların çıkarları uğruna bu kusurlardan yararlanması, aldatıcı içerikler sunması, hak yemeleri, deşifreler yapmaları, bilgiler ve ticari korsancılığı sızdırmaları, affedilir gibi değildi. Oysa şimdiler de bu umurunda değildi; merak dahi etmiyordu. Tüm bu gördüğü ahlaki bozgunculuk yeterince çürümüş olan dünyaya yeter de artardı. Diksiyonları düzgün, temiz ve güzel olan niceleri konuşmalar yapıp, bunun üzerine makaleler yazsa da, asla değişmeyecekti. "İpe dizilen halkın dişlerini sökmüşler de, direniş bekliyorlar," diye tok bir sesle mırıldanarak yürüdü. Ardından, "Hayır, yanlış olan bu insanlar," diye de ekledi. Hem tahmin edebiliyordu; müzikallerden ve gezmelerden dönen aile bireyleri, misafir odalarına çoktan kurulmuştu; izafi dedikodularla, kötülemeler, martaval sözler ve alaylara dayalı fikir alışverişleri ile insanların hakkından geliyorlardı; belki de dünyayı kurtarmış olduğunu düşünen egemenler hegomanyasın da yaşıyorlardı. Hayal gücü işte! Lewis yanından geçip giden işgüzar insanların arasından birer birer sıyrılırken, nobran kahkahalarla yüzünü işaret eden fahişelerin, "Bizim ki geçiyor yine," dediklerini duydu. Bu sırada yüzünde limona benzer bir ekşime belirdi de, gözlerini kaçırdı. Arkasından küçümser gözlerle bakan bu kadınlar, tam olarak düşündüğü gibiydi. Dişler bölge sahibelerinin ve sahiplerinin elindeyken onlar ihtiraslı sözlere ve böbürlenerek yürüyen nankör kedilere eşlik eden yem görevi üstleniyorlardı. Mide bulandırıcıydı! Şimdi dursaydı, bir daha yürüyemezdi! Umursamaz bir tıslamayla, belki de hiç bilmediği bir tavırla yoluna devam etti; yol boyunca birbirinden bağımsız bitişik sokaklardan tut, mal arabalarının içine konulmuş samanlara, tahta kutulara, çam ağaçlarına, kiremit evlere, levhalara, fabrika dumanlarına ve çizmeleri çamura bulanmış süslü bayımlara rastladı. Tüm bunları o kadar uzun süredir görmüş,alışmış ve algılamıştı ki, yaşadığı sokağa varması bir kaç saniye gibi gelmişti: oysa ki yol, yaklaşık on beş dakika tutmuştu.

TarotWhere stories live. Discover now