Tereddüt - Kısım -1

850 226 26
                                    

Para açlığı giderir, mutsuzluğu değil, yemek mideyi doyurur, ruhu değil.

-Shaw


Ertesi sabah uyandığında, bir gürültü koptu. Anlamsız olabilecek kadar kısa, kalbini delecek kadar sivri, gölgesini bedeninden ayırabilecek kadar kuvvetli bir ses. Virtüoz lakabına yanaşır kalıbı, ört pas edilmeyecek kadar kirli olan ruhuna bir ilham lütuf etmişti sanki. Yerde duran pasaklı halının, üstüne serilmiş çarşafla birleşmesi sonucu oluşan, bir cinayet kodeksini andıran yatağından doğruldu. Etrafına bakındı. Hemen baş ucunda duran üste üste dizilmiş, üniversite yıllarından kalma felsefe kitaplarını gördü. Şifonyer benzeri bir eşyanın üstünde duran yaldızlı aynadan yüzünü görünce, ellerini yüzüne doladı. Parmaklarının arasından kaşlarına ve burun kenarlarına süzülen ufak ışık zerrelerini görünce kendini iyice sıktı. Ayağa kalktı. Anlından yüzüne sarkan, çirkin bir canavarın dokunaçlarını anımsatan saçlarını yüzünden def etti. Odanın içine sinmiş kül kokusunu burnunda duyumsayınca, piposunun külünü, iç temizliğini yapmadığını hatırladı. Son günlerde gerçekten de aklı bir karış havada, unutkan dolanıyordu. Pencereye yaklaştı, eski parşömenler kadar sarı, kırık, bakımsız duran çıtaları yokladı ve havaya baktı. Büyük ordulardan oluşan, geniş kistler halinde ilerleyen kızgın bulutlar dolanıyordu etrafta. "Yağmur yağacak," diye mırıldanması da tamamlamıştı tüm gördüklerini. Birden anlamsız yorumlamalar, düşünceler, görüntüler dolmuştu kafasına, belki de yeni uyanmış olmanın getirdiği sersemlemenin etkisi ile oluyordu tüm bunlar. Gün geçtikçe psikolojik olarak yitip gittiğini biliyordu, hatta giderek soyutlama ve yansılayarak canlandırma yetisinin önüne geçtiğini hissediyordu. Adaletsizlik içinde yaşamanın, bir böcek gibi muamele görmenin ötesinde, insanların böylesine evcil, rahat, tasasız görünmelerine katlanamıyordu. Düşünce özgürlükleri kısıtlanmış, tabiri kaba olacak şekilde gasp edilmiş, yalanlara dayalı süslemelerle donatılmış halkın, bir dize şiirden gebe kalmış kelimelere boyun eğmesi tahammül edilir gibi değildi. Hayır, sadece kendi düşüncelerine terk edilmişti. Tahrik edilesi hareketleri empoze ederek, bir veba gibi yayılmasını sağlayanlar, tam olarak o düşündüğü varlıklar değil miydi? Kendi kafasında oluşturduğu sekte, psikolojisine çelme takan şüpheli bir katili anımsatıyordu. Lewis, "Kafamda, oyunun dışında kalmamı isteyen büyük bir çöküş var," diye iç sesine konuştu. "Kendi içimde olgunlaşan, büyüyen, bir takım saçmalıklarla beslenen bir yaratık." Üstüne serpilen ağırlık yücelik kavramından uzak, kendi iradesi ile hükümranlık sağlayamayacağı kadar asi ve otoriter olan bir alt yapıydı. Düşüncelerinden arınmak isteyen Lewis, divanın üstünde duran çelik kapaklı, kenarları pasa elverişli duran köstekli saatine baktı. Saat neredeyse dokuza geliyordu. Koca evin içinde işe gidecekler çoktan uyanmış olsa gerek, çatal, bıçak sesleri geliyor, bazen de pencerenin dışından, pişen, haşlanan yemeklerin cızırtısı duyuluyordu; anlaşılması zor gelmeyen ipuçları veriyordu tüm bu hazırlıklar. İçinde karmaşa yaratan afetleri bir süre olsun sineye çektiğinde, yerdeki felsefe kitaplarını özenle kaldırdı ve daha önce baktığı köstekli saatin üzerine bıraktı. Bu sırada çelikten gelen küçük bir inilti, sessizce, "Hay aksi," demesine sebep oldu. Divanla ve kitaplarla olan küçük atışması bitince bir kez daha dönüp camdan baktı. Abraham'ın dün ki ziyaretinden sonra daha bir dikkatli davranır olmuştu. Kedileri anımsatan, küçük, ama sessiz adımlarla mutfak kapısının önüne kadar yürüdü. Mutfaktan kemirgen seslerine benzer, yerleri titreten, küçük, seyrek gürültüler geliyordu. Lewis, "Demek bunca rahatsızlığın sebebi buymuş," diye fısıldamasıyla birlikte kapıyı açınca, önünde yaşlı denilemeyecek kadar enerjik, genç denilemeyecek kadar kır bir hizmetli belirivermişti. Onun gibi soğukkanlı bir insan bile böylesine ani bir çıkıştan ürkmüştü de, başını çevirip dudaklarını bükmüştü. Hayır, korku değildi bu, sadece içindeki illeti dolaylı yollarla besleyerek fiziksel bir hale büründüğünü düşünmüştü. Kapıyı sessizce kapattı. Önünde hiçbir şey olmamış gibi işine devam eden, daha çok bir cadıya benzeyen hizmetli kadına baktı. Kadın, dizlerinin üstünde yere çökmüş, elinde tuttuğu bez parçasına benzeyen, ama aslında eskimiş bir perdeden koparılmış olan temizlik malzemesi ile yerleri silerek, yanındaki su dolu leğene aralıklarla batırıp, çıkarıyordu. Siyam gibi duran gözünün teki yerdeki lekeleri bulmaya çalışırken, dirseğini yerde kaydırması ise apayrı bir cefa gibi görünmüştü. Kadının yüzünün yarım ay parçası gibi görünen kısmında, burnunun gerçekten de epeyce sivri olduğu göze çarpıyordu. Ayrıca Gavenia gibi pek rastlanmayacak türden de bir ismi vardı. Eski mitolojilerden fırlamış, araştırılmış veya uzun süre düşünülmüş bir isim gibi durmuyordu ama söylemesi gerçekten de dilde tatlı bir hissiyatın yeşermesine sebep veriyordu. Halbuki bu hizmetli, ismi ile orantılı olmayan huysuz, asık suratlı, kötü konuşan bir kadındı. Lewis ondan hiç hoşlanmaz, haz etmezdi. Bir kaç iyiliği dışında yaptıklarını geride bırakabilecek bir çok kötülüğü dokunmuştu da, hala ev sahibinin konuşmalarından, şikayetlerinden, kavgalarından, hastalıklarından bahsedip dururdu. Bazen öyle gözlerle bakardı ki bu kadına, başını, kollarını, ayaklarını, derisini, dudaklarını ve şah damarını sıyırıp parçalamak isterdi. Lewis, kadının saçları dağılmasın diye taktığı bronz kalıplı, tırtıklı saç tokasına bakarken birden konuşmaya başladı.

TarotWhere stories live. Discover now