F I F T H

281 53 8
                                    

Geçirdiğimiz o son saatlerden sonra, iki gündür ne markete ne de parka uğruyordun. Ve ben, onca insana, kulaklarımda uğuldayan gürültülü çocuk seslerine ve asla eksik olmayan o kalabalık cümlelere rağmen yalnız hissediyordum, Taehyung.

Eğer kalabalığım olacaksa, o sen ol istiyordum.

Ve tüm yapabildiğim, saatlerce bizim bankımızda oturmak ve senin gelmeni beklemekti. Saatlerin ilerleyişi, tüm damarlarımı sarsan bir acı yayıyor gibi hissediyordum.

Düşünmek için bolca vaktim vardı, otursam Alvin ve Sincaplar'a yeni bir senaryo bile yazardım, ki o sincapların buna gerçekten ihtiyacı vardı. Ancak zihnimin her köşesinde senin adın yankılanıyor, tik tak seslerine karışıyordu tüm endişem. Parmaklarım düzensiz bir ritimde hareket ediyordu, oysa sevdiğin bir şarkıyı bilsem defalarca çalardım onun notalarını.

Çevrede dolanan bedenler başta olmak üzere, etrafa çöken bir soğuk vardı. Rüzgarların sesi ne kadar kulağımda uğuldasa da, zihnimde bir tek senin sesin vardı.

O sırada duvarın köşesinde gördüm seni. Dengesiz adımlarla ilerliyordun, bakışların odaksızca geziniyordu her yerde. Bedenimi saran korkuyla oturduğum yerden kalktım. Saçlarındaki kırmızılığı kim gözaltlarına indirmişti, Taehyung? Bu soru, hep cevapsızdı geçen zamana rağmen. Bedenini kontrol edemiyor gibiydi tüm hareketlerin.

Koşar adımlarla yanına gidip, korkuyla seni kavradığımda tepki bile vermemiştin. Sadece dudaklarından birkaç anlamsız mırıltı dökülmüştü omuzlarıma.

Bir kolunun altına girerek, beline sardım elimi. Sıkıca tuttuğumdan emin olarak, her zamanki banka ilerlemeye başladım. Endişenin tanımını sorsalar anlatabilecek somut bir anı oluşmuştu o an elimde.

"İyi misin?" diye sordum banka otururken. Bakmaktan asla usanmayacağım gözlerin kanlanmış, gözlerinin altı kırmızı ve moru kabul etmişti tenine. Burnunda, kurumuş kanın izleri vardı.

"Çok iyiyim, Hoseok," dedin gülerek. Ancak dudakların gülümsemeyi kabul etmiyormuş gibi acıyla büzüldü bir süre sonra.

Kurumuş çamur izleriyle süslenmiş parmaklarının arasında, sıkı sıkıya tuttuğun bir kağıt parçası vardı; ve tüm odağım, bir anda ona çevrilmişti. Başını eğerek gözlerimizi birleştirdin. "Buna mı bakıyorsun, küçük ördek?"

Kağıdı açarak gözümün önünde salladın. Ardından onun bir kağıt değil, fotoğraf olduğunu fark ettim. Arkada renkli çiçeklerle bezenmiş ağaçlar varken, o çiçeklerden de daha renkli bir gülüşü olan kadın duruyordu tam ortada. Açık yeşil elbisesinin bir ucunu tutarak hafifçe yukarı kaldırmıştı, tam boynunda son bulan kahverengi saçları ve lens olsa da berrak duran mavi gözleriyle süslüyordu eski fotoğraf parçasını. Senin ellerinde hırpalanmaktan belirgin çizgiler bölüyordu manzarayı.

"Çok güzel, değil mi?" Sesin kısık çıkıyordu eskiye nazaran. Belki de bir hüzün dolmuştu aramıza. Başımı onaylarcasına salladım fotoğraftan bir an bile gözümü ayırmazken.

"Onu severdim," diye devam ettin. Cümlelerin durmaksızın canımı yakıyor, ruhumu yakan ateşlerle dolduruyordu her yanımı. Ve zihnime kurulmuş şeytanlar, tüm bu acıya rağmen attıkları kahkahalarla bulandırıyorlardı kafamı.

Fotoğraftaki güzel bir kızdı, Taehyung. Yanına yakışırdı, söylemesi zor. Ama ruhuna... Ruhuna bir tek ben yakışırdım, Taehyung. Benimse her yanıma sen yakışırdın.

Önemli bir sınavda cevaplarda yapılan bir kaydırmayı anımsatıyordu bu bana. Benim her doğru cevabımsa sendin, Taehyung. Ve her doğru cevabın sonucunda, büyük bir hatayla dolup taşmıştım ben.

"O seni sevdi mi peki?" diye sordum aniden.

Güldün. "Sanmam." Sesin yavaşça kayboldu sonra etraftaki gürültünün arasında.

Sonra tekrar güldün boşluğa doğru. "Onun yüzü güzel, kelimeleri çirkindi; seninse kelimelerin güzel, yüzün çirkin." Derin bir nefes alarak parmaklarını yanağımda dolaştırdın. Kalbim duruyor mu, yoksa gürültüyle atıp tüm bedenimi delip geçmek mi istiyor karar veremiyordum. Bana çirkin olduğumu söyleyip dururdun, bense ağzından öznesinde adım geçen bir cümle çıktı diye sevinirdim.

Acınası olduğumu biliyorum, Taehyung, ama hala vazgeçemiyorum.

"İnanmayacaksın ama..." Sesin boğuktu, yine. Elini saçlarına geçirip hırıltılı bir nefes verdin. "Buraya senin için geldim, merak edersin diye."

Ve tamda o anda, beynimin içinde Alvin'in çığlıkları yankılanıyor gibi hissettim. Onca zaman sonra, dudaklarım tekrar bir gülümsemeyi ağırlamıştı senin için. Yüzünü usulca göğsüme koydun. "Şu an evde olup ölmek için yalvarmam gerekirdi. Ancak sen varken, bunu yapmak zor, Hoseok."

Gülümsemem, sen görmesende büyüyordu. Şimdi ise, bunları hatırlamak şeytanların acıyan kahkahalarını ve kalbimi sıkan pençeleri getiriyor bana. Ve biraz... Biraz yanaklarım ıslanıyor. Ama en çok ruhum, en çok ruhum ıslanıyor gözyaşlarıyla.

"Çok güzel bir kadını sevdim," dedin o sırada. "Çok... Çok güzeldi. Dünya üzerindeki bütün güzel kelimelerin tanımını onda bulurdum."

Sesin sonlara doğru azalırken, kıpırdanarak sırtını dikleştirdin. "Ama... Onu tanımlamayan bir tek güzel kelime kalmıştı."

"Neymiş o?"

"Ördek," dedin gülümseyerek. Tamam, çoğu hatanın sorumlusu bendim belki de ama sen hata yapmaya değecek kadar güzel konuşuyordun.

"Ördek kelimesi bir tek beni tanımlar," dedim başımı kaldırarak.

"Ördekleri severim."

"Ama bir gün kuğu olacağım."

Parktaki herkesin dönüp bize bakacağı bir kahkaha attın bunu dememle. Gülüşünün sebebini düşünerek bir şeyleri bozmayacaktım, omuz silktim sadece. "Peki sende bir gün beni öpen prensim olacak mısın?" diye devam ettim arsızca.

"O başka bir hikaye, aptal."

"Banane, hepsini karıştırıp kendi hikayemizi yazacağım ben. Ee, olacak mısın?"

"Neden olmasın?" Yana doğru kıvrılan dudakların, ve etrafını kaplayan kırmızılığa rağmen parlayan gözlerinle fazla sevimliydin, Taehyung. Seokjin'in yıllarca bana söylediği tüm o uyarı cümlelerini o gün unutmuştum işte.

Başımı yana eğerek tekrar ettim: "Neden olmasın?"

-

Bende oradan bir Alvin çığlığı alayım lütfen.

Tria (τρία) || VHopeTempat cerita menjadi hidup. Temukan sekarang