T H I R D

384 56 2
                                    

Senin her gün markete girip biralara dalan bir alkolik olduğun düşüncesi, seni sürekli marketin karşısındaki duvarda bulmamla güçleniyordu. Bakışların hep marketteydi; benimse sende.

Bir süre sonra, yavaşça az ötedeki parka ilerlemen; güçlenmiş alkolik düşüncelerimi alt etmişti.

Parktaki tüm banklar boş olsa da, ağır adımlarla gezinerek ortadaki bir banka oturdun. Bakışların tekrar markete komutlandığında, olduğum yere biraz daha sinerek izlemeye başladım seni.

Bankın arka tarafına doğru eğilerek, arkadan siyah renkli büyük bir poşeti çıkardın gözler önüne. Evet, alkolik düşüncelerim son buldu, demiştim değil mi? Yanılmışım.

Siyah poşetin içi tamamen bira şişeleriyle doluydu. Sarhoş kelimesini artık sadece üstlenmiyor, her hücrelerine kazıyordun belli ki. Ama hareketlerindeki o güzellik, bende ne biranın ne de başka bir içkinin yapamayacağı bir etki yaratıyordu. Beynimden vurulmuşa dönüyordum, beni güzelliğinle sersemletiyordun, Taehyung.

Onca zamandır melodisi zihnimde gezinen, ancak sözlerini yeni yeni öğrenmeye başladığım bir şarkı gibiydin. Ve ben, en acılı sonumu bile bu şarkıyla yaşamaya razıydım Taehyung. Nasıl oldu da seni bu denli kabul ettim, hiçbir fikrim yoktu. Zihnimde dönen bir şarkıydın ve her notayla beraber ruhuma aktın tahminimce. Ve pişman değildim. Şimdi bile, Seokjin senin yüzünden bana acınası olduğumu söylediğinde bile nefret edemedim senden. Senin hakkında tek pişmanlığım, doya doya sevememiş olmamdır belki de. Ya da bu pişmanlığı sen üstlen Taehyung, buna izin vermeyen sendin.

O gün de seni rahat rahat izlememe izin vermemiştin mesela. Gözlerin hızla benim tünediğim yerde geziniyor, bakışların saçlarımda kamp kurarcasına oyalanıyordu. Açıkçası şikayetçi değildim, bakışlarını hissetmek güzeldi. Kendimi... İlk defa nedensizce değerli hissetmiştim. Yine yanıldığımı biliyordum Taehyung, ama umursamadım. Saklanmaya çalıştığım yerden kararlı adımlarla kalktım; eğer beni çoktan gördüysen daha fazla kendimi sana yakın olmaktan mahrum bırakmama gerek yoktu doğrusu.

Tereddütsüz adımlarla baş ucuna varıp, kendimi bankın önünde bağdaş kurarken bulduğumda gülmüştün. "Sende kimsin?" diye sordun, kaşların şüpheyle kalkarken. Dün geceyi unutmuş olman, canımı acıtmamıştı aslında, belki biraz boğazımı yakmıştı. Yine de belli belirsiz bir gülümsemeyle omuz silktim. "Hiçkimse," dedim gözlerinin içine bakarak.

Verdiğim cevap hoşuna gitmiş gibi güldün. "Ne istiyorsun?" diye sordun bu sefer de.

Dibine yaklaştığın bira şişesini izledim bir süre cevap vermeden. Bira şişesi şanslı hissediyor olmalıydı, sonuçta dudaklarına temas ediyordu. "Bira," dedim en sonunda. "Bira istiyorum."

Acınası bir yalancı olduğum gerçeğini haykıran şeytanlar, her yerdeydi. Avuç avuç yalan kusuyordum. Ama güzelliğin karşısında, kendi kelimelerimi pek önemli bulduğum söylenemezdi. Sende benim kelimelerim hakkında aynı şeyleri düşünüyor olmalıydın ki, oralı bile olmadın. Şişeyi süsleyen son birkaç damlayı da dudaklarına yolladıktan sonra, şişeyi sertçe banka koyup elinin tersiyle ağzını sildin.

Cevabını beklemeden, poşetin içindeki bira şişelerine elimi daldıracakken sertçe bileğime vurdun. "Uğurumu bozacaksın!"

Bana sinirlenmene üzülmek yerine, sinirli sesinin bile ne kadar güzel olduğunu düşünüyordum o an, affet. "Ne uğuru?" diye sordum gözüm hala poşete dikiliyken.

Elinle bankın yanındaki iki boş şişeyi işaret ederken, diğer elinin parmakları son boş şişeni de kavrayıp onların yanına attı. "Üç boş şişe, üç de dolu şişe," dedin dalgın bir şekilde. "Üç sayısı benim değerlim, uğurlu bir durumdayım şu an." Son cümleye doğru koca bir kahkaha patlattın.

Şimdilerde bazen, üç sayısının bile senin gözünde benden daha değerli olduğunu hatırlıyor ve birazcık ağlıyorum sanırım, Taehyung.

Beni en değerli hissettiren de sendin, en değersiz hissettiren de.

Ve yüzsüzdüm, feci bir şekilde hemde. O gün, yüzüme yayılmış bir sırıtma eşliğinde yerden kalkıp bankın boş yerine kurulmam bu yüzdendir. "Öyleyse bu uğurlu anında, yanında ben var oluyorum, ha?"

Söylediğim şey, dünyanın en komik şakasıymış gibi güldün dakikalarca. Beni aşağıladığını düşünebilir, hatta sana kızabilir sesini kesmeni söyleyebilirdim; ama yapmadım Taehyung. Gülüşün öyle güzel ki, nedeni ne olursa olsun o gülümsemeni alıp sarmalayasım geliyor. Gülüşünü tüm bedenime kazımak isterdim doğrusu, ama o kadar mükemmel bir şeyin benim kirli ve umutsuz bedenimde olması... Olmazdı, yine de bencilce istemeye devam ediyordum.

Gülme seansın bittiğinde, dudaklarında silik bir gülümsemeyle bekledin öylece. O anki gülümsemeni defalarca öpmek istedim, Taehyung. Pembe dudaklarının, yeni cümleler kurmayacağını fark ettiğimde, tedirgin hareketlerle biraz daha yaklaştım sana. Korkum beni terslemenden yana değildi, terslesen de gitmezdim. Sadece rahatsız ol istemiyordum.

Beni iteceğin, hatta bağırıp çağıracağın düşünceleriyle omzuna koyduğum başıma, belli belirsiz bir gülümsemeyle karşılık vermiştin sen. Huzur kelimesinin hecelenişini hissediyor gibiydim.

Bir süre, bankta öylece durduk seninle. Akrep ve yelkovan sesleri, soyut bir şekilde çınlıyordu kulağımda. Çift basamaklı sayılara merdiven dayamış dakikalar ise ilk defa bu denli tadıyordu huzuru.

"Üzücü," dedin tam o sırada. Başımı omzundan kaldırmaya dahi tenezzül etmeden sordum: "Neymiş üzücü olan?"

"Sen." Kelime basit bir özneydi sadece. Ancak sen, öylesine bir şey demeyecek kadar düşünürdün sessizce. Bu sefer başımı kaldırmıştım. Meraklı bakışlarım, senin güzel gözlerinle buluştuğunda gülümseyerek burnuma dokundun.

"Üzücü olan sensin, ördeğim," dedin, 'ördeğim' kelimesini telaffuz ederken ufak bir kahkaha da sıyrılmıştı dudaklarından. "Cümlelerin bu kadar sevimliyken, yüzünün bu kadar çirkin olması üzücü. Çirkin bir ördeksin, kabul edelim. Peki... Günün birinde, kuğu olacak mısın?"

Cümlelerin, yakıyordu. Boğazıma tırmanan sıcaklığı hissettim; ardından göğüs kafesime sıkışmış şeytanların pençe izlerini. Canım yanıyordu, ama yine de sana bakarken gülümsüyordum. "Beni sevginle güzelleştirebilirsin öyleyse." Uzun süredir ağzıma doladığım gurur kelimesinin gidişi, o an gerçekleşmişti işte.

Seni, sanki bana hiç hakaret etmemişsin gibi tekrar sevdim. Ardından omzuna tünedim bir kez daha. "Ama sevgim beyaz olmaz, küçük ördek," dedin başını bana çevirerek. Verdiğin her nefes önce saç tellerimle buluşuyor, oradan alnıma iniyordu yavaşça. O anki halimize gülümsedim. "Sevgin olduğu sürece rengi pek önemsemem."

"Cümlelerin artık sevimli değil güzel oluyor, ördekçik." Başını benimkinin üzerine koyarken güldün. Senin cümlelerinse hep güzeldi, Taehyung, söylemesem de biliyordun. Ve bende kafanın biraz uçuk olduğunu biliyordum, içki kokusu hala nefesinde tazeydi çünkü. Belki içindeki sarhoşluktu bu cümleleri kurduran; neyse ki o kadar şımarık biriyim ki, sarhoş ya da ayık olmanı önemsemeden sevindim tüm bunlara.

"Bende güzel olacağım."

Tekrar güldün. Gülüş sesin yine önce saçlarıma, sonra da ruhuma bulaştı.

Ve beni kandırmayı başarmıştın, Taehyung, iyi işti.

-

Bu olanlar çoook eski olmasına rağmen, "yapmıştın" kalıbını kullanmak yerine "yaptın, yaptım" şeklinde yazıyorum. Kafanız karışmasın yani, Hoseok tüm bunları yazarak eskiyi anlatıyor araya ise şimdiki halini katıyor. Falan filan işte.

Ve benim minik atıma ficte ördek dedirttim, affet beni Hoseok, hala mükemmel ve ultra sevimli bir atsın benim gözümde. Ve bende bir kediyim. *kalpler ve daha fazlası*

Tria (τρία) || VHopeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin