Gözlerimi açtım ve başımı yanımdaki adama çevirdim. O anda sanki gözlerine akmış olan boyaları görecektim. Gökkuşağının içinde barındıran her bir ton, tek bir bedenin ruhunda hapsolmuş gibiydi.

O da bakışlarını parktan alıp bana çevirdi. "Neden buradasın?" Sorusuna cevap vermedim. Sesi soğuktan hafif titriyordu. "Yoksa senin de mi gidecek bir yerin yok? " Yüz ifadelerini kullanan biri olsaydım eğer, bu sorusuna karşılık kaşlarımı çatabilirdim ama ona boş gözlerle bakmaya devam ettim.

"Kendimi ait hissettiğim bir yer yok," diye cevap verdim. Savaş arenasında, yuvası yıkılmış bir çocuk gibi hissettim kendimi, bu cümleyi söylerken. Sesim ifadesiz çıkmış olsa da ruhumda filizlenen bir çaresizliği hissettim; hissettiğim gibi onu yok ettim.

"Buraya ait hissediyor musun?" Çenesi ile parkı gösterdiğinde bakışlarımı ondan, parka doğru çevirdim.

"Hayır ama en azından bu park, beni bile güzel kandırıyor." Boğazım, kendime olan itiraflarımdan dolayı hafif bir yanma hissi ile burkuldu. "Çocukları kandırdığı gibi."

Saç diplerime vuran yağmur damlaları kesilince bakışlarımı gökyüzüne çevirdim. Bulutlar birbirlerinden hafifçe ayrılmış, kendi aralarından güneş ışığının sızmasına izin vermişlerdi. Şimdi ise gri bir diyarlığa süzülen güneş ışığı, gölgeleri yok eden bir parıltı gibi parlıyor, bulanık zihnimi aydınlatıyordu.

"Ne söylemek isterdin?" Bakışlarımı yanımdaki adama çevirdiğimde mavi gözleri bana değil, gri gökyüzüne bakıyordu. "Yani bulutlara."

Bende gözlerimi ondan çekip tekrar başımı kaldırdım. "Onlara bir şiir okumak isterdim."

"Öyle mi? Nasıl bir şiir?"

Bir süre cevap vermeden düşündüm. "Sessiz bir şiir..." gözlerim istemsizce kısılmıştı. "Rüzgarın üfleyeceği türden. Ya sen?" diye sorduğumda bakışlarımı ona çevirdim ve gözlerine gölge gibi düşen ifadenin her birini zihnime kazıdım.

"Ben onlara soru sorardım. Neden bu kadar riyakar olduklarını." Mavi gözleri kısıldı ve kaşları çatıldı. "Takındıkları dilsiz bir şahit maskesinin arkasından neden bu kadar masum davrandıklarını sorardım." Sesinde bir sitem var gibiydi. Dudakları, kelimelerin yakıcılığı ile zehirlenmiş gibi gerildi.

Sormak istedim. Elini yumruk yapan o duygunun nedenini sormak istedim ama yapmadım. Onun yerine, "Sence bulutlar masum mu?" diye sordum.

Bu kez dudakları, acılı bir ifade ile yanağına tırmandı ve gözleri kısıldı. "Bu dünyada masum hiçbir şey yoktur."

"Eğer baktığın şey yıldızlar olsaydı, böyle konuşmazdın." Yavaşça başını bana doğru çevirdi ve gözlerime baktı. Göz kapakları bir an şaşkınlık ile açıldı ama sonra kafasını iki yana sallayarak vücudunu silkeledi. "İyi misin?"

"Evet, sadece..." Başını yere eğerek elini alnına koydu ve hafif bir hareket ile ovuşturdu.

"Sadece?" Sorum karşısında eli durdu ve kafasını yavaşça kaldırarak mavi gözlerini, kahverengi gözlerime dikti. Keskin bakışlarının arkasında sorgulayıcı bir ifade gizleniyordu. Sorguladığı şey kendisi miydi, yoksa ben mi?

"Birine çok benziyorsun." Kafasını kaldırdı ve eğmiş olduğu sırtını dikleştirdi. Omuzlarının genişliği, ilk defa o an gözüme çarptı. "Bakışların, görünüşün, cümlelerin, düşüncelerin..." Birkaç saniye gözlerini yumarak derin bir iç çekti. Sonrasında gözlerini tekrar açarak bana baktı. İfadesi, hatırlamak istemediği bir anının kırıntılarını taşıyordu.

"Hatırlamak isteyeceğin biri mi?" diye sordum.

"Unutmaya hakkım olmayan biri."

Unutmak, unutulmak. Doğmak, yaşamak ve ölmek. Nefes almak, ardından hiç var olmamış gibi toprağın altında gözlerini yummak, hayallerini çürütmek.

Eğer yaşamak için bir nedeni yoksa bir insanın, ölümünün ardından iz bıraktığı kimselerde yoktur elbet. Nitekim doğum ile ölüm arasındaki zaman, ona sadece bir rüzgar çarpması gibi gelmiştir. Ardından ise çekip gitmiş, dünyanın hatırlamayacağı ve bir mezarlığı daha süsleyecek olan bir ceset bırakmıştır.

Derin bir iç çektim ve arkama yaslandım. Bakışları hala beni incelerken gözlerimi ondan çektim ve bana bakmamasını umarak etrafta gözümü rastgele gezdirdim. Gördüğüm hiçbir şey, dikkatimi mavi gözlerden çekip alı koyamıyordu.

Bir süre ağaçlara baktım: kaldırım taşlarına, yağmurun arkasında bıraktığı kaldırım köşelerindeki su birikintilerine. En sonunda gözlerini benden çekmeyince bende bakışlarımı ona çevirdim ve "Bu kadar çok mu benziyorum?" diye sordum.

Sorum karşısında, bir rüyadan uyanmışçasına irkildi ve sersemlemiş bir şekilde gözlerini gezindirdi. Anında hızlanan nefeslerini sakin bir düzeye sokmaya çalışması birkaç saniyesini aldı, ardından dikkatini tekrar bana verdi.

"Aslında emin değilim. Onu görmeyeli çok uzun zaman oldu ve yüzü bulanık, sesi dengesiz, bakışları silik. Adı bile yok zihnimde."

"O zaman nasıl?"

Bana cevap vermeden önce bir süre parkı inceledi. "Böyle bir yerde karşılaştığımızı hatırlıyorum. Ardından..." Gözlerini hiddetle yumdu ve kaşlarını çattı. Bir şeyleri hatırlamaya çalışıyor gibi bir hali vardı. "Ardından onunla tanıştığımızı hatırlıyorum ama nerede, nasıl ve ne zaman olduğunu hatırlamıyorum."

Cevap vermeden sadece gözlerimi yumdum. Zihnimde çığlık çığlığa etrafta gezinen cümleler, bir neşterin parlak kısmı kadar net bir şekilde ruhuma çarparken, kabullendiklerimi kalbime misafir ettim. Oturdum, kendilerini tanıtmalarına izin verdim.

Kimi cümle bana, beni anlattı. Kimisi bana eski hatıralarımı fısıldadı, bir sır verir gibi. Kimisi ise kafasında soru işareti taşıyan bir cümle olarak etrafta söylenip durdu. Benim aklım ise, zihnimin köşesinde oturan ve sessizce etrafa bakınan o cümlede takılı kalmıştı.

"Varlığı çığır açan duyguların kimisi kömürdür."

Doğruydu. Tutku, arzu, nefret, öfke, sinir, aşk... Bunların hepsi, kader alevinin altında yatan kömürdür. Kaderi şekillendirir, onu yüceltir. İnsanı, insan yapar. Onlar olmadığı sürece ne kader kalır, ne insanın kendisi.

"Adın ne?" Yanımdaki adamın sorusu ile dikkatim tamamen dağılırken gözlerimi açtım ve ona çevirdim.

"Neden bilmek istiyorsun?" Bu sorum karşısında afalladı ve bir süre kekeledi.

"Çünkü sana nasıl seslenmem gerektiğini bilmiyorum."

Gözlerimi tekrar ondan çektim ve umursamaz bir ses ile, "Bana seslenmen gerekmiyor," dedim.

Elini, çenesine koyduğunu gözümün ucu ile gördüm. Kaşları çok hafif çatıktı ve gözlerini kısarak bir şeyler düşünüyordu.

"Eğer bir gün tekrar karşılaşırsak ve sana seslenmem gerekirse, bana adını söyler misin?"

"O gün söylerim, belki."

Bunun ardında hiçbir şey söylemedi.

"Artık gitmem gerek." Bir şey söylemeye yeltenirken cümleme devam ettim. "Konuşma için teşekkür ederim." Arkamı döndüm ve birkaç adım attım. Hiçbir şey söylemedi. Dönüp arkama bakmak ve o gözlerle son kez buluşmak istesem de bunu yapmadım. "Görüşmemek üzere." Havaya fısıldadığım bu cümleyi duyup duymadığından emin değildim. Umursamadan yürümeye devam ettim.

Genç kızın kararmış ruhunda, kader, ona bir ışık tutmaya karar vermişti. Kız, kaderinden ne olursa olsun kaçamayacağını biliyordu ama aslında o adamın, kendi kaderini değiştireceğini bilmiyordu. Genç kızın siyahlığında, yeni bir beyaz doğuyordu.  

NEFHA -Düzenlemede-Opowieści tętniące życiem. Odkryj je teraz