18→ Eylül Ölümleri

En başından başla
                                    

"Ne saçmalıyorsunuz!" diye bağırdı Gönül. Onun feryadı andıran sesinin ardından gözümü önümüzde duran araca diktim; Barış oradaydı, tüm sırları ve asla görmeme izin vermediği hisleriyle birlikte.

Ben de, tıpkı Gönül gibi polis memurunun ağır yorumlarına karşı çıkmak istiyordum ama içime külçe gibi yerleşen hazmedilmesi zor bir gerçeklik buna engel oluyordu.O bunu yapmaktan zevk almış bile olabilir. Barış'ın annesini bıçakladığı için onu çocuk yapamaz hale getirdiğini öğrendiği anda oradaydım ve yüzündeki boşluğu görmüştüm. Ufacık bir pişmanlık lekesi dahi gözlerinde yer bulamamıştı, acımsı bir tat boğazımı kuruturken, Barış'ın yaptığı şeye pişman olmadığını kabul ettim.

Kollarımı uyuşturan bu ağır kabullenişin etkisinden kurtulabilmem, önümüzde duran aracın ufak bir kavisle gri renkteki polis binasına dönmesiyle mümkün oldu. İçinde bulunduğum araba hızını düşürürken, Barış'ın aracı durdu ve önümüzdeki memur hemen ardından bizim arabayı durdurmak için el frenini çekti.

O buzdolabını andıran arabadan kendimi nasıl attığımı hatırlamıyordum, bedenim bir poşet misali dışarıya çıktığında, Barış'ın polisler tarafından çevrelendiğini gördüm. Oradaydı işte; yanında onu tutan iki polis memurunun varlığını hiçe saydıracak kadar karanlıktan beslenen bir ışık saçıyordu.

Gözleri nerede olduğunu anlamak istercesine polis binasında ufak bir tur attıktan sonra, arkasından gelen arabanın varlığını fark etmiş olacak ki bakışları usulca bize doğru döndü. Gözleri önce iki memuru taradı, onların üzerinde çok oyalanmayarak arabanın yanında duran Gönül'e baktı ve sonunda siyah kuyuları beni buldu.

Bakışları kısa bir anlığına aradığı şeyi bulmuş bir çocuk gibi yumuşamıştı. Bu ufacık bakışma ayaklarımı hareketlendirmeme yetti, önce iki küçük adım atabilmiştim ama hemen sonrasında birisi fitilimi ateşlemişçesine ona doğru koşmaya başladım. Koşmaya başladığımı gören polis memurları onu tutmayı bıraktılar ve iki evrenin çarpışmasını utandıracak derecede büyük bir hızla kendimi Barış'ın kucağına attım.

Kollarım, onun ellerini çevreleyen kelepçelerden daha sıkı bir şekilde kollarını sarmıştı.Bana sarılamıyordu, ama ben ikimizin yerine de sarılıyordum zaten.

"Bir şey yapmadığını biliyorum." dedim genzimi yakan tuzlu tadı yutkunurken.

"Bana çok güvenme."

Hafifçe geriye çekildim ama ne onu saran kollarımı serbest bıraktım ne de aramızdaki mesafenin açılmasına izin verdim."Sana güveniyorum, herkesten ve her şeyden daha çok."

Dudaklarında tenimi uyuşturacak kadar boş bir tebessüm belirdi."O zaman hayal kırıklığına uğramaya hazırsın demektir."

Kollarım başka bir dış kuvvet tarafından ondan ayrılmaya zorlanırken, gözlerimi ne demeye çalıştığını anlamak için üzerinden ayırmıyordum. Birisi zorla cılız bedenimi ondan uzaklaştırmaya çalışıyordu, hemen ardından polis memurları onun iki koluna girdi ve Barış beni çıkılması zor bir uçuruma attığını bilmeden arkasına dönüp yürümeye başladı.

Beynim onun söylediği şeyin altındaki gerçeği biliyordu, ama gerçeklerden nefret eden bir insandım. Etrafı benden başka kimsenin göremeyeceği buğulu bir hava sararken, Gönül bedenimi zorla kendine çevirmeye çalışıyordu.

Beynim onun sözlerini bir plak kaydı gibi tekrarlayıp duruyordu. Bana çok güvenme. Bunu bana nasıl söyleyebilirdi; her şeyi bırakarak onun yanına gelmiş ve ona olan güvenimin sarsılmaz bir nihayeti olarak dediği şeyleri kabul etmiştim. Sırf ona güvendiğim için şu anda buradaydım, ona güvendiğim için yepyeni bir hayata adım atmıştım. Hiç bilmediğim insanlarla dolu, sonunda ne olacağını göremediğim bir yaşamı kabul etmiş, ailemi gözden çıkarılması kolay şeylermiş gibi hayatımdan göndermiştim.

Bir Kelebek HikayesiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin