0.1 : DİLEK

2.3K 145 34
                                    

Lütfen siyah temayla okuyunuz

Kısa bir giriş bölümüdür.

°

(23.02)

'Umutlarım, kaderin ördüğü ağlara takılıp kalmış, arkalarından döktüğüm göz yaşlarına aldırmadan, çırpınarak can veriyorlardı.*'

Bir cümlede kendini aramaktı işte tüm olay, bir kitabı okuyup tek cümlede takılı kalmak ya da aynı cümleyi farklı kalemlerde bulmaktı. Aldanmak ve ya aldatmak. Bir satırda aldanmış, bir kalemi aldatmıştım. Hayat böyleydi ya zaten, bir adama aldanıp, bir şehri terk etmek gibi. Tıpkı, benim gibi.

Elimdeki kitabı ve kalemi oturduğum küçük kayanın üzerine bıraktım. Karşımdaki manzaraya bakamadım, gözlerimi zifiri karanlık göğe sabitleyemedim. En son eşsiz bir manzaraya baktığımda yanımda O vardı çünkü. Ve her gökyüzüne baktığımda aynı anı canlanıyordu zihn-i fikrimde. O yüzdendi bu direniş, yenileniş çabalarım. Ve belkide O'ndandı bu şehri görmeyişim, göremeyişim.

"Neden gözlerin kapalı abla?"

Kayanın arka tarafında bana doğru seslenen küçük çocuğu görmemle yerimden sıçramam bir oldu. Şaşkınlığımı üzerimden atabildiğim bir kaç salise sonra çocuğa doğru döndüm. Rüzgardan faydalanıp dağılmış siyah saçları gözlerinin etrafına çerçevelenmişken, harelerindeki merak duygusu yamacıma doğru ilişiyordu.

"Sende kimsin, küçük?"

Sorumla birlikte bir kaç adım daha atıp, tam karşımda durdu. Bana doğru kafasını eğip küçük elleriyle ağzının kenarını kapattı ve bir sır veriyormuşcasına alçak sesle fısıldadı.

"Yalnızca abimi arıyordum. Bana uzaktan kumandalı araba alacağını söylemişti, ama bir kaç gündür yanıma gelmiyor. Onu burada gördün mü?"

Küçük suretinde parıldayan mavi gözlerindeki özlemi yakaladığımda istemsizce etrafımı kontrol ettim. Kalkıp aramak istedim, bir çocuğun daha o yitiklik hissine teslim olmamasını diledim. Kaybedişinin farkındaydı belki de ama, buna alışmamasını, alıştırılmamasını istedim tanrıdan.

"Malesef küçük, burada benden başka kimse yok. Sende ailen merak etmeden eve dönsen iyi olur. Eminim abin uyandığında hemen baş ucunda olacaktır."

Sıvazladığım omuzları bir iç çekişle çökerken mırıldanarak arkasını döndü. Benden küçük adımlarıyla uzaklaşırken, bir an kendimi gördüm onda. Hayatta bir şeyi yada birini severdik, sevmiştim de. Ve giderdi, şanslıysanız bir vedayı hak ederdiniz. Arardınız, ki aramıştım da. Ama artık yapmanız gereken tek şeyin beklemek olduğunu anladığınızda, tıpkı bu küçük çocuk gibi omuzlarımı gücünden yoksun bırakıp, arkamı dönerek gitmiştim. Tekrar önüme dönüp okuduğum kitaba kaldığım yerden devam etmeye çabaladım, düşüncelerimden kaçarak.

'Ölmeye yüz tutmuş bir çiçek gibi, soluk alıp verdikçe soluyordum.*'

Ruhuma dokunup, zihnime işleyen bir cümleyle karşılaştığımda elimle kalemimi yokladım. Bir eşyanın düşme sesini duyduğumda kitabı endişeyle bırakıp, kayanın aşağısına doğru bakındım. Karanlıktan ve yükseklikten dolayı pek bir şey göremesemde, orada olduğunu biliyordum. Bir yanım okumaya devam etmemi söyleyen fikrime uymak isterken diğer yanım ısrarla o kalemin manevi değerini savunup duruyordu. Ve zihnim bu düşüncelerle dolarken bedenim çoktan küçük kayanın etrafından dolanarak aşağıya ulaşmıştı. Telefonumun ışığıyla sahilin kumuna karışmış kalemime ulaştığımda, yalnız olmadığımı henüz fark ediyordum.

Endişeyle örtünen düşüncelerim gibi bedenimi gizleyecek bir kayanın ardına sakladığımda bir kaç gündür olduğu gibi -muhtemelen- kimsenin duymaması gereken bir kaç telefon konuşmasına daha eşlik ettmek zorunluluğunda bulundum.

"Biliyorum."

-

"Onun olamayacağı kadar, olabileceği ihtamalinide var sayarak hareket etmeye çalışıyorum."

-

"Eğer benim yerimde olsaydın, ömrünü adadığın bir kadını asla bir ihtimale bırakmazdın. En azından bunu biliyoruz, hepimiz."

-

"O burada ve etrafta bir kaç silahlı it olduğunada eminim."

-

"Ne olursa olsun onu bulacağım. "

-

"Ölürsem onu bul."

-

Telefonu kapattığını gördüğümde kayanın ardından kafamı yavaşca dışarı çıkarıp yüzünü görmeye çalıştım. O sırada ayaklarımın yanına doğru bir taş yuvarlandı. Bir çift gözün tarafıma çevirildiğini fark ettiğimde hızlıca kendimi geriye doğru çektim. Kuytuma tekrar sığınabildiğimde dirseğimin kayaya çarparak soyulduğunu henüz hissedebilmiştim, umursayamadım. Çünkü hâla korkumla yüzleşiyordum. Gecenin siyahında parıldayan gümüş rengi metalin görüntüsü tekrar gözlerimin önünde belirirken buna kulaklarımı dolduran tetik sesi eşlik ettiğinde ne yapacağımı bilemez şekilde öylece duruyordum. Kımıldayamıyordum.

Kuma batıp çıkan ayak sesini işitebildiğimde kafamı dışarı çıkarıp etrafı kontrol ettim. Silahlı adamın burda olmadığını gördüğümde derin bir nefes vererek vucudumdaki korkuyu arındırdım. Bir kaç gündür yaşadığım tesadüfi olayları daha fazla kaldıramayacağımı kabullendiğimde buraya bir daha gelmeyeceğime dair kendime ufak bir söz verdikten sonra terli avucumun içindeki kalemle çıkışa doğru döndüm. Hala denizin güçlü dalgalarını duyabildiğim bir uzaklıktayken hissettiğim eksiklikle ceplerimi yoklarken, keyifsiz bir homurtuyu kurumuş dudaklarımdan serbest bıraktım.

"Hadi telefonunu unuttun Mira onu anladım da, kitabı unuttmak nedir, ha!?"

Sinirle geri dönerken, adımlarım hem sert hem de olabileceğine sessizdi. Bedenim korkuyu kabul etsede, kalbim alışık olmadığı duygularla küçük bir serçe gibi çırpınıyordu. Küçük kayaya tırmanmak için kullandığım basamağa benzer kısma geldiğimde, telefonumun bildirim sesini duyarak o yöne doğru ilerlerdim. Karanlığın hakimiyetini koruduğu dar alanda bir anda her şey değişti. Ağzıma kapanan bez hızlı nefeslerlerime kattığı zehriyle gözlerimi karartırken, elimdeki ahşap kurşun kalemin yere düştüğünü görebildim...

°

Ve bir yıldız kaydı kömür karası kaderlere inat.

"Küçük bir kemancı ile mutlu bir kadın dilerim tanrım."

Kollarında ki yabancıya baktı. Ağladı ama, akmadı göz yaşı karalarından, kimse görmedi Aşk-ı Sel'ini.

"Ve birde... onun kollarımda olmasını."

Son olarak kötü adam diledi cephesinde dileğini. Viskisinden aldığı yudumla sarı dişlerini göstererek sırıttı. Gözlerini sarı saçlarından ve mavi gözlerinden çekemediği küçük kadının resmine son kez bakıp, bakışlarını penceresine iliştirdi.

"Eğer varsan tanrı. Ona, kayıp bir kadını bu kadar sevmemesi gerektiğini söyle."

Hep, daha iyisi dileğiyle ...

* Gülsen Kılıçaslan'ın kitabından alıntıdır.

0247 0152

BulutHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin