"Doğrusu Millan ama bilmemeni anlayışla karşılıyorum. Sonuçta sen bile kaba davrandığın insanların listesini tutmazsın."

Komik bir şey söylemişim gibi kahkaha attı. Ona yapay bir sırıtış gönderdikten sonra uzun koridorda ilerlemeye devam ettim. Otelin merdivenlerine geldiğimde üst kata hızlıca çıktım. Kendimi yatağa fırlattığımda ne kadar yorulduğumu anladım ve gözlerimin kapanmasına izin verdim.

***

"Aman Tanrım, Amber!"

Bu cırtlak ses Olivia'ya ait olsa gerekti. Uykulu bir sesle "Ne var?" dedim.

"Saatten haberin var mı?" Yine bağırarak konuşmuştu.

"Kusura bakma Olivia. Gözüm kapalıken pek senle ilgilenemedim. Ve bu işe devam etmek istiyorum" diye homurdandım.

"Eğer kalkmazsan su dökerim"

"Elinden geleni ardına koyma, Olive."

20 saniye kadar huzurla uyuduktan sonra kendimi sırılsıklam, yataktan fırlamış halde buldum.

"Olive!" Ona öyle kötü bağırmıştım ki boğazım biraz acımıştı.

Olive'in biraz korktuğunu hissettim. Kapıya doğru koştu "Seni yarım saat sonra alırım." dedikten sonra kapıyı çarpıp çıktı. Arkasından "Gerizekalı" diye son bir kez bağırdıktan sonra saçımı kurutmak için banyoya koştum.

15 dakika içinde saçlarımı kurutmuş, giyisilerimi kuruması için asmıştım. Odama ben asansörde tıkılmış durumdayken getirilen valizimden eşyalarımı boşalttım. En sevdiğim kotumu ve kirli beyaz rengindeki bol kazağımı yatağa koydum. Diğer valizimden koyu yeşil botlarımı ve koyu yeşil parkamı çıkardım. Bunları üzerime geçirdikten sonra aynada kendime baktım. Makyaj yapacak havada olmadığımdan sadece gözlerimin altını fondotenle kapattım. Tam o sırada Olivia odama girdi.

"Anahtarı nereden buldun? Odamın anahtarı herkese veriliyor mu? Resepsiyonla konuşmam lazım." dedim ama bir gerizekalı bile sesimdeki sitem havasını fark ederdi. Ve beni azıcık bile tanıyan biri bu sitemlerin kıçında patlayacağını bilirdi. Olivia beni en iyi tanıyan insan olarak mesajı hemen anlamış ve özür dilemeye başlamıştı.

"Olive, tamam. Beni neden uyandırdın."

"Ama sen beni hala affetmemişken ben sana nasıl bu haberi verebilirim ki?" Affetmem için oyun yapıyordu. Bu kız git gide bana mı benziyordu ne? Kendi oyunumda yenilip "Tamam, affettim. Çatlatma da söyle." dedim.

"Aslında bu pek söylenebilecek bir şey değil-" Cümlesini bölüp "Olivia" diye hırladım çünkü cidden merak etmeye başlamıştım. O ise "Aslında bu pek söylenebilecek bir şey değil ama sana gösterebilirim." dediği anda kolumdan tutup beni otel odasından, ardından da otelden çıkardı. Otelin büyük kapısından çıkarken hiç anlamadığım şeyler söylüyordu. "Aslında otelin kapısına kadar gelmişlerdi ama senin uyuduğun sırada güvenlik onları sokağın sonuna kadar uzaklaştırdı. Ama tek bir kişi bile gitmedi. Aksine sayılarında artış var. Senin onlara merhaba demeni bekliyorlar."

"Olivia, ne zırvaladığını bir anlasam..." Cümlem sokağın sonundan gelen seslerle bölündü. Kafamı kaldırdığımda Olivia'nın bahsettiği kalabalığı gördüm. Hepsi adımı haykırıyor, bazıları kendi hazırladıkları renkli pankartları havaya kaldırıyordu. Hiçbir zaman matematikte iyi olmamıştım ama burada en az 50 kişi olduğunu rahatlıkla söyleyebilirdim. Otelimi bulmayı başaran 50 kişi...

Kocaman bir sırıtışla onlara doğru yürümeye devam ettim. Londra'dayken minik hayran grupları beni gittiğim çoğu yerde karşılıyordu ama bu grup beklenmedikti. Amerika'dan bu kadar hayranım -kendilerine taktıkları isim Amberella'ydı- olduğunu bilmiyordum. Otelimi bulabileceklerini hiç düşünmemiştim çünkü gelene kadar otelin adını bende bilmiyordum. Benim için rahatlarını bozup buraya gelebilecek kadar çılgın insanların olabileceğini hiç düşünmüyordum. Ama bu his var ya, her şeye değerdi.

En yakınımdaki Amberella bana büyük heyecanla "Merhaba" dedi. Onu yanıtsız bırakmayıp "Selam, nasılsın?" dedim. Nasıl konuşacağını unutmuş gibi sadece kahkaha atarak başını salladı. Onun bu tatlı haline karşın bende gülümsedim.

Kendimi nedendir bilinmez Lady Gaga gibi hissediyordum.

Hissetme. Amber  Millan gibi hisset çünkü insanlar şu an Lady Gaga için değil Amber için buradalar.

İç sesim benimle ilk kez konuşuyordu ve sanırım doğruyu söylüyordu.

Tabiki ne sandın?

Evet, şimdi iç sesimin susması gerekiyor, değil mi iç ses?

İç ses?

Ha. Anladım susuyorsun şu an. Akıllı iç ses seni.

Yaklaşık 45 dakikamı hiç sıkılmadan burada harcadım. Bu süre içinde onlarca kişiyle fotoğraf çektirmiş, hepsiyle tek tek konuşmuş, hatta birine aşk hayatıyla ilgili tavsiye vermiştim -Ne zaman insanlara aşk tavsiyeleri verebilecek kadar bilgili olmuştum bu konuda?-. İmza isteyenler de olmuştu ama henüz bir imzamın olmadığını söylemek zorunda kaldım. Şu Hamber meselesini soranlar da olmuştu tabi ama bu soruya cevap olarak boğazım acıyana kadar gülmüştüm. Mesaj umarım yerine ulaşmıştır.

Aslında gün sonuna kadar burada kalabilirdim ancak otelden gelen güvenlik görevlilerinden birisi otelden çağırıldığımı söyledi. Öfleyip püfleyerek otele yöneldim. Arkamda bıraktığım gruba son bir gülümseme gönderip otelin dönen kapısından içeri girdim.

Tanrım, bu dönen kapılar beni korkutuyordu. Küçükken yetenekli bir arkadaşımın kolu kapıya sıkışmıştı ve onu fark eden tek kişi olduğumdan korkmuş halimle ona yardım etmiştim. Kolunda çatlak vardı, eğer ben yetişmeseydim kolunun kırılabileceğini öğrendiğimde rahatlamamı beklemişlerdi ama ben haftalarca rüyalarımda arkadaşımı yüzüstü bırakmıştım.

Ben psikolojimin ne kadar bozuk olduğuyla ilgilenirken kaya gibi bir şeye çarptım. Dengemi korumaya çalışırken çarptığım şeye baktım. Evet, asılsız sevgilim Harry Styles. Ne büyük mutluluk(!)

Dengemi toparladığım gibi asansöre doğru yürüdüm. Asansörü çağırmak için düğmeye basıyordum ki aklıma dün günümün çoğunu bu asansörde geçirdiğim geldi. Topuklarımın üstünde dönüp merdivene yöneldim. Ve kulaklarımı bir kahkaha doldurdu. İlgilenmek istemesemde merakıma yenik düşüp sesin kaynağına baktım. Harry'ye yani. O da bana bakıyordu. Bana gülüyordu. Kızarmama rağmen ona en sinirli bakışımı yolladım. Ama bu onu daha çok güldürdü.

Hödük.

Şu asansör maceram yüzünden 6 kat merdiven çıkmıştım. Artık akciğerlerim işlemez durumdayken kendimi odama attım. Soluklanıp en yakındaki su şişesine uzandım. Bir dikişte şişeyi yarıladıktan sonra yüz üstü yatağa düştüm. Kafamı kaldırıp duvardaki saate baktım. Gece yarısına daha 2 saat vardı ama benim hem jetlag hem de bugünkü tuhaf rutin değişikliğinden dolayı uykum vardı. Duş almam gerektiğinin farkındaydım. Ama o kadar uykum vardı ki. Duş sabahı bekleyebilirdi.

Zaten ben bunları düşündükten kısa bir süre sonra da uyku galip geldi.

Evet, ben ve can sıkıcı hikayem... Berbat bir bölüm olduğunun farkındayım. Bir sonraki bölüm süper olacak tarzı bir söz vermeyi çok istiyorum ama nasıl olacak bilmiyorum. Neyse sizi çok tutmak istemiyorum. Sonuç olarak bölümün sonuna kadar dayanmışsınız bir de benim gevezeliğimi çekiyorsunuz. Teşekkürler. Sizi seviyorum.

P.S: Amber'ın hayran grubunun ismi -Amberella- benim gibi bir yaratıcısız için fazla yaratıcı. Bu konuda hakkımı yedirmem :DD 

HeartbeatWhere stories live. Discover now