Bölüm 3

1.3K 68 3
                                    

Saçma rüyalar...

Yaşadığım ne varsa direk rüyalarıma yansımak zorunda zaten. Millet kendini tek boynuzlu atın üstünde uçarken görür, ben günün anlam ve önemine dair rüyalar görüyorum.

Saate baktım. Sabahın 3'ü. Bu saatte bir şey de yapılmaz ki. Kalkacak saati bulmuşum bende.

Yaklaşık on dakika yatağımda dönüm durdum. Gözlerimi iyice birbirine bastırıyordum. Hayır, yani uykumu kaçırmaktan başka bir işe yaradığını da söyleyemezdim. Sinirle yataktan kalktım. Dolabıma yanaştım. İçinin boş olduğunu görünce korkuyla karışık bir şaşkınlık yaşadım. Sonra aklıma geldi, Olivia'yla bütün kıyafetlerimi valizlere tıkmıştık. O tuhaf duygudan arınınca mutfağa doğru pek de sessiz olmayan bir biçimde yürümeye başladım. Açıkçası Olivia'nın uyanmasını istiyordum çünkü sıkılmıştım.

Buzdolabını açıp kendime minik atıştırmalıklar yaptım. Hazırladıklarımla televizyonun karşısına geçtim. Supernatural'ın 3. sezonundan bir kaç bölüm tekrar ediliyordu, onu izledim. Hem dizi hemde atıştırmalıklarım bitince salonu toparladım. Düşünün, artık nasıl sıkıldıysam salonu toparladım.

Saat sonunda 6.30 olduğunda heyecanla Olivia'yı uyandırdım. Her sabah mutlulukla kalkan Olive bu sabah kalkamadı. Olive gibi sabah neşesini bu hale getirebildiğine göre sabah kalkmanın iyi bir yanı yok.

Ona hızlıca bir kahvaltı hazırlayıp önüne koyduğumda "Amber, sen iyi misin?" dedi.

"Evet. Niye sordun ki?"

"Hayatında ilk defa benden önce kalktın. Salonu toparlamışsın ve bana kahvaltı hazırladın." Bu sırada omletinden bir parçayı ağzına götürdü. "Ben uyurken birkaç uzaylı gelip seni kaçırdı, ayarlarını düzeltip geri mi getirdi n'oldu yani?"

Sahtelik kokan kahkahamdan Olivia'ya yolladım. "Sen de bir günde komedyen olmuşsun Olive."

"Ve tanıdığım Amber geri döner..."

Kahvaltıyı birbirimize takılarak geçirdikten sonra valizleri kapıya taşıdık. O sırada kapımızın önünden gelen korna sesi beni şaşırttı. Kapının deliğinden baktığımda simsiyah bir araba kapıda duruyordu. Arabanın şoförü büyük adımlarla kapıya geldi ve zili çaldı. Zil çaldığı anda kapıyı açtım.

"Yanlış eve geldiniz galiba. Beyonce'nin evi burası değil. Nerede bilmiyorum ama eğer siz biliyorsanız bana da söyleyin, ziyaret etmek isterim." dedikten sonra kapıyı kapattım. Zil tekrar çaldı.

"Bayan Millan, gerçekten çok komiksiniz ama bunun için vaktimiz yok. Uçağınız iki saat sonra kalkacak. Check-in işlemleri için-"

"Neyim dedin? Uçağım. Emin misin?" Olivia'ya baktım. Benim kadar şaşkın gözükmüyordu. "İsim benzerliği falan olmasın."

Olivia'söze atılıp "Marlyn bir şeyler ayarlayacağını söylemişti." dedi.

"Bunu söylemediğine inanamıyorum. Kendime ait bir uçakla Los Angeles'a gideceğim. Tanrım, bu harika" diyip çığlık attım. 

Olivia beni kenara itip şoförün içerideki valizleri almasına izin verdi. Bense etrafa neşe dağıtıyordum bildiğin. Hayatım düzeliyor muydu neydi?

Havaalanına giderken şoförün adının Steven olduğunu öğrendim. İki çocuğu var ama karısıyla boşandığı için onları sadece hafta sonları birkaç saat görebiliyormuş. Aslında Phoenix'liymiş ama uzun yıllardır İngiltere'de yaşayınca Amerikan aksanını kaybetmiş. Steven'a dair daha birçok bilgi öğrenebilirdim ama Olivia her seferinde bana "Sussana lan" tarzı bakışlar yolluyordu. Bende tırsıp sustum.

HeartbeatDär berättelser lever. Upptäck nu