AŞK-I KIYAMET ''SİL BAŞTAN''

22K 189 28
                                    


SON RÜYA

Yokluğun sonsuz bir karanlık
Nerede yitirdik seninle bilemem?

Aşkın yollarında söz vermiştin bana.
Haykırsam duyar mısın?
Ararken sevgini...

Ellerin ellerimi, ararken yokluğunda,
Bu gece gölgeler, benimle kol kola.
Kaybolan sevgimizi, terk ettin sonsuza,
Bu gece son defa bu gece son rüya...

Söz: Cenk Eroğlu

Beste: Tarkan Tüzmen

Rüya Nedir?

Uyku sırasında aynen uyanıkmış gibi çeşitli olayların yaşanması hali, düş demektir rüya. Bazen öyle rüyalar görürsünüz ki bedeniniz, ruhunuz, her şeyiniz o rüyaya teslim olur. Sarıldığınız kişinin sıcaklığını, kokusunu, dokunuşunu hissedersiniz. Uyandıktan sonra günlerce o rüyanın esiri olursunuz. Ya da öyle bir rüya görürsünüz ki tam istediğiniz şeyi yapacakken aniden uyanır, tekrar uyuyup aynı rüyayı görmek istersiniz, ama beceremezsiniz. Ölen yakınlarınızla rüyada buluşur, hasret giderirsiniz. Herkesin, rüyayı hissediş şekli farklıdır belki de. Bazen öyle korkunçtur ki rüyanız, uyanmak istersiniz ama uyanamazsınız. Ağlamaktan, nefesiniz tükendiğinde açarsınız gözlerinizi...

Rüya; çağlar boyunca bütün toplumlarda büyük önem görmüştür. Rüyanın mahiyeti ve kökeni hakkında çok şeyler yazılıp söylenmiştir. Ancak bu yazılıp söylenenler her topluma ve her kültüre göre ayrı ayrı olagelmiş ve hep değişkenlik arz etmiştir. Tarihte bazı toplumlarda rüya tabirlerine büyük önem verilmiş ve bazen bu rüya tabirleri, kitaplar hâlinde toplanmıştır.

Umumiyetle rüya, uyanıklık hâlinin bir uzantısıdır; etkisinde kalınan sevindirici veya üzücü olayların uyku hâlinde yaşanması olayıdır.

Rüya; yalnız gören kişi ile alakalıdır. Yine Rüya; uykuda bütün duygu ve bilinç hâllerinin tamamen yok olmadığı bir sırada meydana gelir. Mümkün ve olağan olmayan şeyleri de rüya da görme imkânı yoktur. Rüya bir idrak işidir. Zira rüya insanların kalplerinde yaratılan ve oraya yerleşen şeyin hayal etme ve düşünme yoluyla idrak edilmesi demektir.

Peki, tüm bunlar Rüya'nın lügattaki açıklamasını yapıyorsa Azra'nın gördüğü neydi?

Bir Rüya mı?

Bir Kâbus mu?

Yoksa ölmeyi beceremediği için Arafta kaldığında gördüğü gelecekten bir yansıma mı?

"Ne hasta bekler sabahı,

Ne taze ölüyü mezar,

Ne de Şeytan bir günahı,

Seni beklediğim kadar."

Necip Fazıl Kısakürek

Başlangıç

Odanın duvarlarına ayın karanlık yüzü vuruyordu.

Sehpanın üzerindeki boş viski şişesi, yerde kırılmış

bardağın parçaları, duvarda 02.15'i gösteren saat. Başındaki korkunç ağrıyla açtı gözlerini. Ağlamaktan gözlerinin altında mor halkalar dans ediyordu. Bulunduğu yerden kalktı ve banyoya gitti. Elini yüzünü yıkadı önce. Midesi bulanıyordu. Deliler gibi kusmak istiyordu. Klozetin önünde yere oturdu ve içinde olan ne varsa dışarı çıkarttı. Ağzını tuvalet kâğıdına sildikten sonra tekrar lavabonun başına geçti ve elini yüzünü yıkadı. Çeşmeden akan suya bakarken gözyaşları da akıp giden suya karışıyordu. Bir anda beyninde bir ışık beliriverdi. Çıktı ve banyonun ışığını açtı. Tekrar tekrar suyu yüzüne çarpıyordu. Aynadaki görüntü nutkunun tutulmasına sebep olmuştu. Salona geri döndüğünde duvardaki ve konsoldaki fotoğrafları görmüş, şaşkınlıktan gözleri yuvalarından fırlamıştı. Hızla atan kalbinin sesi tüm salonun duvarlarında yankılanıyordu. Merakla perdeyi açtı... Karşısında gördüğü gecenin karanlığına teslim olmuş deniz, biraz daha şaşırmasına sebep olmuştu. Duvardaki saate bakınca saatin 02.15 olduğunu gördü. Saat öldüğü zamanda duruyordu. Peki, neden Antalya'daki evindeydi ve neden evin her tarafında Bertan'la olan fotoğrafları vardı? Kanepenin üzerinde duran telefonu aldı. Ekran koruyucusu Bertan'la yanak yanağa olan fotoğraflarıydı. Yanan mesaj simgesine tıkladığında mesajı gönderen ''Sevgilim'' yazıyordu.

Merakla açıp okumaya başladı:

"Aşkım bu akşam gelemeyeceğim, annem biraz rahatsız. Korumalar kapıda, bir şeye ihtiyacın olursa onlardan istersin. Seni seviyorum..."

Anlamamıştı daha doğrusu anlayamamıştı. Telefondaki tarihi görünce gözleri tekrar büyümüştü. Muhakkak biri şaka yapıyor olmalıydı. Televizyonu açtı tarih aynıydı. İçindeki merakın kendisini teslim almasına engel olamıyordu. Sonra sehpanın üzerinde duran içi boşalmış ilaç şişesini görünce hatırladı. Yaşadığı hayattan sıkılmış ve bir şişe uyku ilacıyla viski içerek intihar etmişti. Demek ki başarılı olamamıştı. Doğruca yatak odasına koştu. Gardırobu açtı ve üzerine beyaz keten elbisesini geçirdi. Platform topuklu ayakkabılarını ve çantasını eline aldı. Apartmanın kapısının önündeki korumayı atlattıktansonra taksi durağına koşan adımlarla yalın ayak ilerliyordu. Taksinin arka koltuğuna kendini attığında zorla nefes alıyordu.

"Sür!"; diyebilmişti taksiciye... Nefesini zorla düzene sokmuş, çaresizlikten bacaklarını sallıyor, tırnaklarını yiyordu. Taksici sordu,

"Nereye gidiyoruz?"

"Konyaaltı Caddesi, varyanta götür beni!"

Falezlerin üzerine geldiğinde topuklu ayakkabılarıyla yürümeyi başaramamış ve sağlam bir küfür savurmuş, çıkardığı ayakkabılarını eline almış yürümeye devam ediyordu. Taşların çıkıntıları ayaklarını kan revan içinde bırakırken o buna aldırış etmiyor avazı çıktığı kadar, "Arda neredesin, burada olduğunu biliyorum çık ortaya!" diyerek bağırıyordu. Defalarca tekrarlamıştı ama cevap yoktu. Kendine tokat atıyor, sürekli olarak telefonunu kontrol ediyordu. Nasıl yani, bunların hepsi bir rüya mıydı? Nasıl bu kadar gerçek olabilmişti?

Belki de Arafta kalmıştı. Tam ölememişti, yani onun için ruhu buradaydı. Hani o intihar edeceği tarihe, Arda'nın onu kurtardığı zamana, yani 12 Mayıs 2012'ye bu yüzden dönmüştü belki de...

Bir cesaretle falezlerin en ucuna geldiğinde hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Aldığı her nefes ona fazla geliyordu. Gördüğü manzaradaki derin karanlık aslında Azra'nın ruhuna tutulan bir ayna gibiydi. Canı acıyordu... Kararını vermiş ve cesaretini toplamıştı, yarım kalan işi tamamlayacaktı. Kollarını açtı, gözlerini kapadı ve haykırdı, "Bekle beni Arda, sana geliyorum!" Tam kendini boşluğa bırakacakken, iki el belinden onu yakalayıp kendisine çekmişti.

Azra'yı yakalayan o kişi, onu kendisine çevirdiğinde ise çiftin gözleri birbirlerine kenetlenmişti.

"Azra!"

"Arda!"

Azra ve Arda şokların en büyüğünü yaşıyordu. Genç kadın gözlerine inanamıyordu. İnanması da mümkün değildi zaten. Böyle bir şeyin gerçek olması milyonda kaç ihtimal olabilirdi ki? Bir şişe uyku ilacı ile intihar etmişti. Onu da becerememişti üstelik. İçtiği ilaçlar sayesinde yıllardır uyumadığı kadar derin bir uykuya dalıp, gençlik yıllarında kalbini tuzla buz ettiği adama âşık olarak uyanmıştı o uykudan. Yarım kalan işi bitirmek için geldiği falezlerin üzerinde Arda tarafından mı yakalanmıştı yani? Gecenin sessizliğinde Azra'nın iç sesi bunun da bir hayal olduğuna isyan ederken, Arda'nın okyanus mavisi gözlerine kilitlenmiş gözleri gerçek olması için dua ediyordu... Havale nöbeti geçirir gibi titreyen bedenini kavrayan Arda'nın gerçekliğini kontrol etmek için elini onun yüzüne doğru uzatırken kalan son enerjisini harcıyordu belki de... Parmaklarını yanağında usulca gezdirdi şaşkınlıktan donakalan genç ama yüreği bir o kadar yaşlanmış adamın. Ortaya çıkan kıvılcımda yandı ikisi de...

Yeniden doğdular küllerinden doğan anka kuşu misali. Emindi artık Azra. Yaşıyordu ve aşkını bulmuştu. Derin bir nefes çekti ciğerlerinin en derinine sanki elini Arda'dan çekerse yok olup gideceğini zannederek. Usulca bastırdı işaret parmağını Arda'nın dudaklarının üzerine...

"Evet; her şeyi biliyorum! Ahma'da seni okulun ortasında rezil ettikten sonra her şeyi bırakıp benden intikam almak için İsviçre'ye gittin. Zayıflamak için özel hoca tuttun. Beni kendine âşık edip sonra benden hesap soracak, intikam alacaktın. Fakat beni anne ve babamın mezarının arasında acı çekerken gördün ve vazgeçtin. Ardından da beni kaybettin. İki yıldır beni arıyorsun ve biliyorum beni çok seviyorsun. Çünkü ben de seni çok seviyorum!" 

AŞK-I KIYAMET ''SİL BAŞTAN'' (Pandemi boyunca yeniden yayında)Where stories live. Discover now