°Vingt deux

1.4K 188 72
                                    

Jongin karşımda beni yakmak üzere olan bir ateş gibi. Ancak benim içim buz tutmuş. Kalbimde anlamsız bir sancı var. Parmak uçlarım titriyor. Burnumdan aldığım nefes bana yetersiz geliyor ve ağzımdan derin bir nefes alıyorum. Korkuyorum.

"Ne demek istiyorsun? Seni ilk kez görüyorum."

Jongin'in yüzünde çok buruk bir gülümseme oluşuyor. Masanın üzerindeki ellerine indiriyor bakışlarını. Daha önce dikkatimi çekmeyen bir yüzük parlıyor o an yüzük parmağında. Aynı gülümsemeyle yüzüğünü okşuyor.

"O parmağında ki yüzüğü hiç sorgulamadın öyle değil mi?"

Bakışlarını kendi parmağından çekmiyor. O sırada elimi kaldırıp parmağımdaki yüzüğe bakıyorum. Bu yüzüğün var oluş amacını, neden taktığımı bile bilmiyordum sahi. Sonra bakışlarım Jongin'in yüzüğüne kayıyor. İkimizin de yüzüğünün aynı olduğunu fark ediyorum. Yüzük, gümüş işlemelere sahip ve ikimizinki de paslanmış. Kafam gerçekten karışıyor. Boş bakışlarla bakıyorum Jongin'e.

"Biz bu konuşmayı daha önce çok yaptık Kyungsoo."

Neden bahsediyor gerçekten bilmiyorum. Havadaki elimi sağ şakağıma götürüyor ve gözlerimi kapatıyorum. Çenem istemsizce kasılıyor.

"Ne diyorsun sen?"

Jongin sakince nefes veriyor ve son derece nazik hareketlerle başını bana çeviriyor. Bakmaya kıyamıyormuş gibi bir tavrı var ve bu beni çılgına çeviriyor.

"Kyungsoo, bu bizim aynı yerde, aynı masada, aynı kıyafetlerle ve aynı duygularla sekizinci buluşmamız. Mimikler, sözler, bakışlar ve jestler bile aynı. Her şey bir önceki, bir önceki de kendisinden bir önceki gibi."

Söyledikleri bana hiç bir şekilde yardımcı olmuyor. Sadece ek olarak midemde kasılma ve daha çok karışmış bir kafa etkisi yaratıyor.

"Jongin, tanrı aşkına bu da ne demek?"

Suratımı buruştururken öne doğru eğiliyorum.

"Kyungsoo beni ne zaman tam anlamıyla hatırlayacaksın? Ben senin sevgilinim. Her şeyin, hayatının anlamı, minnoşun. Kokumdan da mı hatırlamıyorsun beni? Yasemin koktuğumu söylerdin hep. Lütfen arrık bu döngüden kurtulalım sevgilim."

İşte bu gerçekten yetmiş derece sıcak bir hava da kafamdan aşağıya buz dökülmüş ve ikisi birleştiği için beynim zonkluyormuş gibi hissettirdi. Tamam hava sıcaklığı yetmiş derece değildi, ortada buz dolu bir kova da yoktu ama zonklama hissi tamamen aynıydı.

"Jongin, sen benim sevgilim değilsin. Bana neden böyle şeyler söylüyorsun?"

"Kyungsoo, bak bunu direkt söylemek benim için zor ama.. Bir hastalıkla uğraşıyorsun uzun zamandır. Ama bu hastalığın psikolojik bir yanı da var. Bir süreliğine her şeyi unutuyorsun, sonra her şeyi geri hatırlayıp hayatına kaldığın yerden devam ediyorsun ama sonra her şey başa sarıyor ve sen yine beni, hayatının akışını unutuyorsun."

Hayatınızda bazı noktalar vardır. Geri dönüşü olmaz, ya da ileriye saramazsınız. Ne yapacağınızı bilmediğiniz için bir an önce bundan bir kaç gün sonrasına ışınlanayım da ne olduğunu görüp ona göre karar vereyim diye düşünürsünüz. Ama işler öyle yürümez. O an vereceğiniz karar sizin kaderinizi çizer. Şu an vereceğim karar da benim kaderimi çiziyor.

"Baksana, senin gibi bir deliyle uğraşmayacağım. Söylediğin şeyler deli saçmasından ibaret. Kaçtığın akıl hastanesine geri dön. Ve bana sakın bir daha mesaj atma, arama da. Yoksa seni şikayet edeceğim."

Ani bir hışımla ve karmaşık duygularla masadan kalkıyorum. Korku, acı, hüzün, hayal kırıklığı ve salt öfke ile dolu adımlarımı atarken dizlerim titriyor. Ancak ben dimdik ilerlemek zorundayım. Zorundayım. Masadan kalkarken burnuma çarpan yasemin kokusunu görmezden gelmek zorundayım.

la vie en roseWhere stories live. Discover now