34.Bölüm

2.5K 80 29
                                    




Multimedyadaki şarkı ile birlikte okuyun lütfen..


Eve doğru

Birkaç hac

Nahoş gri sabahın

Yağmurunda.

Alacakaranlıkta yürüyorum

Unutulmuş bizim yolumuz.

Lacrimas Profundere-Morning Grey'i kaç kere dinleyip, kaç kere bu nahoş şarkının sözlerine eşlik ettiğimi hatırlamıyordum. Sabaha kadar gram uyku uyumadığımı da varsayarsam, Eh, hatırlamak istediğim de pek söylenemezdi. Beyaz duvara zıt olan siyah tavana her dayadığım da gözlerimi, hep o geliyordu aklıma. Kumral saçları, cam mavisi gözleri, saçlarıyla uyumlu kirli sakalı, kendisinden dahi soğuk olan bakışları, başımın dönmesine sebep olan kokusu, nefesi ve donakalmama sebep olan o sözleri.

A: Gerçek acıyı yaşatacağız. Gerçek acıyı yaşatacağız. Gerçek acıyı yaşatacağız...

İstemsizce tekrar ediyordu zihnim bu sözleri. Şeytani bir şekilde gülüşü, bedenimin her bir zerresini saran o lanet olası ürperti ve en kötüsü de tüm bunları yaşamama rağmen hala onu hissetmek isteyen hastalıklı ve sanırım birazda mazoşist ruhlu olan ben.

En son hatırladığım şey, göz bebeklerinin büyüdüğü, cam rengi gözlerinin iyice koyulaşmaya başladığı, Dişlerini göstererek gülümsediği, Bedenimin her bir zerresine yayılmaya başlayan korku, siyahın sergüzeşti olmaya başlayan cam rengi gözleri ve zihnimin ise bana ihanet ederek hiçbir şey düşünememesi.

Ondan sonrası tamamen boşluktu benim için. Sanki siyah renkli dumanlar zihnimi işgal etmiş, düşünme kabiliyetimi yitirmiştim. Onun odasından nasıl çıktığımı, Motoruma nasıl bindiğimi, eve nasıl geldiğimi ve ne ara duş alıp, üzerimi değiştirdiğimi hatırlamıyordum. Zorluyordum zihnimi fakat ulaşamıyordum o anılara. Korku zihnimi bile ele geçirmeye başlamıştı çünkü. Zihnim bile işlevini kaybediyordu artık. Yeterince acı çekmemiş miydim? Yeterince mahvolmamış mıydı hayatım? Daha ne çekmem gerekiyordu? Daha ne yaşamam gerekiyordu?

Bir hışımla ayağa kalkıp banyoya yöneldim ve aynada kendimi izlemeye başladım. O an aklıma yabancı bir kitapta okuduğum ve kendisine hayran olduğum Mevlana'nın bir sözü aklıma geldi. ''Ayna ile terazi hiç yalan söyler mi?'' O yüzden de bakmaya devam ettim kendime. Herkese yalan söyleyebilirsin ve inanın bana yalan söylemek dünyadaki en kolay işlerden biridir. Ama her ne söylerseniz söyleyin asla inandıramayacağınız bir kişi var. O kişide sizsiniz.

Kime ya da ne konuda yalan söylediğinin bir önemi yoktur. Yalanın da beyazı, pembesi siyahı ya da turuncusu olmaz zaten. Yalan yalandır daima. Yalanın rengi ne olursa olsun inandıramazsınız kendinizi asla. Hatta ''Senin için yalan söyledim''. ''Seni sevdiğim için yalan söyledim'' Diyenler de olmuştur zaten hayatınızda. İnanmayın onlara. Kendi menfaatleri için söylediler. Sizin yapacaklarınızdan korktukları için değil, Rahat bir nefes alabilmek için söylediler yalanları. Tıpkı benim de yaptığım gibi.

Kendimi bildim bileli pek çok konuda pek çok kişiye yalan söyledim. Yalan söylediğim için de hiçbir zaman pişman olmadım ya da üzülmedim. Hepsini de kendi menfaatlerim için söyledim. Rahat bir nefes alabilmek için söyledim. Hala daha söylemeye devam ediyorum. Aftiel'in yanında Derek'le ilgili anlattığım şeyler yalan değildi belki ama duygularım konusunda yalan söylemiş, abartmıştım ve hepsi de kendi menfaatim içindi. Bana daha yakın olmasını, benimle daha fazla ilgilenmesini istediğim için yapmıştım bunları. Derek beni mahvetmiyordu. Mahvetse idi çoktan ölmüş olurdum. Ölüm'ün ceza değil de bir ödül olduğunu bilecek kadar zekiyim çünkü. Mevlana bile ölümü ''düğün günü'' olarak nitelendirmişse bizim gibilerin bunu ceza olarak görmesi ne haddimize değil mi? Gerçi ikimizin de niyeti farklı. O hakikat adını verdiği ve kendi dilinde ''Allah'' diye nitelendirdiği Tanrı'ya kavuşmanın peşindeydi. Bense sadece sığınak, bir liman olarak görüyordum ölümü.

SENİ BIRAKMAYACAĞIM 2Where stories live. Discover now