13.

2.3K 185 18
                                    

Size bir şey soracağım. Lütfen okuyanlar yorum olarak cevaplasın; Magnabellum, Kral, Gwael veya Fallon'ın gözünden bölüm okumak ister misiniz? Bölüm okumak istiyorsanız hangi karakterden olmasını istediğinizi de söyleyin lütfen.

Multimedia'da Kral Pauperem ve bölüm şarkımız var. Multaka bölüm şarkısıyla okuyun. Bölüm şarkılarını özenle seçiyorum, umarım beğeniyorsunuzdur? Yorum/votelarınızı dört gözle bekliyorum. Öptüm. 

13.

“Ben, bunu yapamam,” dedi Bellum anlık şaşkınlığını üzerinden attıktan sonra. “Yani ikimiz içinde berbat bir durum olur bu.” Ve intikam alamam, diye devam etti, tabii içinden.

“Kötü birine dönüşmek senin için sorun değil yani?”

“Olduğum kişiyi kabullenmek zorundayım.”

“Şu an bunun farkındasın. Zaman geçtikçe eskiden olduğun kişiyi tamamen unutacaksın. Her yere kötülük saçacaksın.”

“İstemiyorum, anlıyor musun? Kürenin büyüsü tamamlandı. Şimdi birkaç ağaç dikeceğim. Sakın beni rahatsız etme.” Son cümleyi söylemesiyle Pauperem bir ürperti hissetti. Kız gittikçe güçleniyordu ve eğer ona bağlanmazsa onu durdurmak imkansız olacaktı. Pauperem bir şeyler yapmak zorundaydı.

Magnabellum büyü odasına girdi. Önce küreye, sonra 4. Ada’ya, sonra sarayın biraz ilerisindeki bahçeye odaklandı. Tohumları bahçeye attığını hayal etti –ağacın kan kırmızısı çiçekleri olacağını hayal etti-, fidanın büyüyüşünü, ağacın oluşumunu hayal etti. O kadar odaklanmıştı ki kralın tüm gücüyle “yapma!” diye bağırışını duymadı bile. Gözlerini açtığında, küre üzerinde büyü yaptığı yerde normal bir insan gözünün neredeyse göremeyeceği kadar küçük bir çarpı işareti olduğunu gördü.

Arkasına döndüğünde kral oradaydı. “Beni duymadın mı?”

“Odaklanmıştım. Sarayın ilerisindeki bahçeye gidelim.”

Kralla birlikte bahçeye çıktılar. İlerideki bahçe için biraz yürünmesi gerekiyordu. Kral konuştu. “Ağacı yaptın mı?”

“Yapmış olduğumu düşünüyorum. Sanırım oldu. Biraz daha ileride olmalı.” 10 dakika kadar yürüdüler, tam kral sıkılmaya başlamıştı ki ağaç tüm haşmetiyle önlerinde belirdi. Çiçeklerle ve ağaçlarla dolu kocaman bir bahçeydi ancak bu kan kırmızı çiçekli ağaç tam ortadaydı. Diğer ağaçlardan daha farklıydı. Zehirli gibiydi. Etrafına neredeyse kan kokusuna benzeyen kötü bir koku yayıyordu. Magnabellum yarattığı şeye baktı. Ruhunun güzel bir şey yaratacağını hiç düşünmemişti zaten.

“Bu… bu rahatsız edici,” diye mırıldandı kral.

“Temiz ruhlu bir peri olmadığım için sihirli ağaçlar yaratmıyorum. Bu kötü ruhun dışavurumu.”

“Ve yaratabileceğin en zararsız şey buysa…” Kral onaylamadığını belli edercesine kafasını iki yana salladı.

“Büyü yapmak bağımlılık gibi. Kendime karşı koyamam, ki şimdiden sonra, hiç olmaz.”

“Bağlanırsan büyü yapmayı bırakman gerekmez Bellum.”

Sana bağlanmam için bir sebep yok.” Kral “sana” kelimesindeki vurguyu fark etmişti.

“Sen iyi biri değilsin Bellum. Geldiğinden beri gözlerinde kötülük, çıkarcılık ve bencillik vardı. Ve ben bunu sevmiştim. Ayrıca bu hislerine rağmen sürtük gibi davranmıyordun. Bu hislerine rağmen aileni düşünüyordun. Ve ben daha önce senin gibi birine rastlamadım. Ve ben…”

“Sanırım bir dürüstlük ağacı yarattım. O kadar da kötü değilmiş, ha?”

Kral onu duymazdan geldi. “Ben…”

“Söyleme.”

“Bana bağlanman için bir sebep var! Senin gibi birine bir daha kim aşık olur ki?”

“Senin gibi bir aptal mı? Kendimi birine zorunlu bırakamam, anlıyor musun? Şimdiden buna izin veremeyecek kadar ruhum beni ele geçirdi, sanırım.” Bellum gözlerini ağaca dikerek konuşuyordu.

“Bunu söyleyebildiğine göre geçirmemiş demektir. Bellum, benliğinin yok olmasına izin veremem.”

“Çoktan yok olmaya başladı.”

“Bunu durdurabiliriz!” Bellum bu konuşmadan gerçekten sıkılmıştı. Bu adamın derdi neydi?

“Benden ne istiyorsun?” dedi sıkılgan bir tonla.

“Senin bana aşık olmayacağını biliyorum, tamam mı? Bağlanırsak sensiz kalmak zorunda kalmam. Sadece seni düşünmüyorum, merak etme.” Kral da sıkılmaya başlamıştı.

“Sana bağlanmayacağım. Şimdi bu lanet olasıca ağacı yok etmeye gidiyorum.”

“Sana ‘seni seviyorum’ dememe bile izin vermiyorsun. Ne kadar berbat bir insana dönüştüğünü gör. Şimdi derhal bu ağacı yok et ve sarayımdan def ol.” Bunu istemeyerek de olsa söylemişti çünkü bu şekilde Bellum’un aklının biraz da olsa başına geleceğini düşünüyordu ama Bellum sadece bir cümle söyleyip oradan uzaklaştı.

“Unuttuğun şey; ben bir insan değilim. Ama berbat bir insan oluyorsam, sanırım bu iyi bir cadı oluyorum demektir.”

***

Bellum ağacı kolayca odaklanarak yok etti. Ve kendini biraz daha kötü hissetmeye başladı. Kralın ona ‘saraydan def ol’ dediğini düşündükçe sinirleniyordu. Ağaç yok olduktan sonra kralın yanına, odasına gitti.

“Sarayından gitmeyeceğim. Gidecek… gidecek bir yerim yok.”

“Öyleyse benim kurallarıma göre yaşayacaksın!”

“Pekâlâ. Sana bağlanmak dışında kurallarına uymaya çalışırım.”

“Yanıma gel,” dedi kral sakin bir tavırla. Devasa koltuğunda oturmuştu. Magnabellum yanına oturunca kızı omuzlarından tutup göğsüne bastırdı. Düşünüyordu, bu cadıyla ne yapacaktı? Onun neyine aşık olmuştu ki? Kendini daha fazla tutamayacaktı.

“Seni seviyorum Magnabellum Ivory.”

“Bu hissi anlayamıyorum.” Daha sonra sustular. Bellum’un sevgisinin veya diğer iyi duygularının sahte, dünyevi şeyler olduğunu söyleyen o lanet olasıca kitaptan nefret etmişti Kral. Kız kendisine bağlanırsa bu hisleri yaşayabilirdi. Bunu ona söylemesine gerek kalmadı.

“Biliyor musun, senin düşüncelerini hissedebiliyorum,” dedi Bellum. “Yalnızca senin. Sanırım bana duyduğun hisler yüzünden.”

“Eğer sen benim düşüncelerimi hissedebiliyorsan bu senin hislerinle alakalıdır.” Bellum bir şey söylemedi. Ona gerçekten bir şey hissedemezdi ki. Yapamazdı. Son zamanlara kadar adama karşı kin ve nefretten başka bir his beslemiyordu ama bu cadılık olayında yanında olan tek kişi olduğunu da biliyordu.

“Yanımda olduğun için teşekkür ederim,” dedi Bellum kısaca.

“Önemli değil.”

“Pekala. Berbat bir insan olmak istemiyorum. Sana bağlanacağım.”

İki gönüllü; bir cadı ve bir insanoğlu. Malzemeler tamamdı. Büyü tamamlandı.

Bir Cadı; MagnabellumHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin