"Kendinden başkasına zarar verebilecek bir kız değilsin, senden aldığı her neyse, o aldığı şeyin hikayesini de çalıp götürdüğü bariz."

Hiçbir şey söylemedim, söyleyecek bir cümlem yoktu belki de. Bazen bana bakmadan da beni okuyabildiğini düşünmek huzursuz ediyordu. Dediklerinin yanlış olma ihtimalini göz önünde bulundurmadan bu kadar kolay nasıl söyleyebiliyordu?

Onun sessizliğinin üzerine başımı yasladım. Önümde duran uçurum ve şehir, bir haritayı parçalara ayıran damar gibi dursada bütünlüğünü koruyordu ve kararan hava yeryüzüne çöktükçe binaların, sokakların lambaları yavaş yavaş şehri renk cümbüşüne bürüyordu.

Alfabesiz geçen dakikalara şahit olan tepelik, uzun boylu çam ağaçlarıyla çevriliydi ve yalnızca bulunduğumuz yer çıplakta kalıyordu, rüzgara karşı savunmasız kalan bu yer bedenimle birlikte buz kesmişti fakat alnımın ortasından doğan güneşin kafa derimi ısıtarak turlaması, ateşimin olduğunu gösteriyordu.

Bars motoru yokuşun engebeleşmeye başladığı yerde park etmişti ve geri kalan yolu birlikte yürüyerek çıkmıştık. Açıkçası böyle bir yere gelmeyi beklemiyordum ya da Bars'ın bu tür yerlere olan ilgisini. Bana göre o, öfkelendiğinde, kızdığında, denk gelmemiş olsam bile üzüldüğünde motorunun frenlerine adeta bir kaplan gibi sarılıp hıncını ölüme yakınlığın kendisinde bıraktığı o yırtıcı hazdan alıyordu.

Bir süre sonra Bars'a doğru döndüm. Sol yanımdan vuran esinti saçlarımı paso yüzüme vururken gözlerimi kıstım ve cesaretimi toplayarak,

"Unutmak istiyorum." dedim.

"Neyi?"

"Bazı şeyleri..."

"Beyin hücrelerin ölmediği sürece unutamazsın." dedi.

"Hücrelerimi mi öldüreyim?"

"Hayır kendini."

Bars'a baktığımda dudağında yaramaz bir çocuğun koşuşturmasına benzeyen bir gülümsemeye şahit oldum. Bu gülümseme bana anımsamam gereken bir şey varmışcasına beynime baskı yaptı ve birkaç saniye ona bakarken duraksayıverdim.

"Bunu uçurumun kenarında söylemen bir tesadüf mü yoksa teşvik mi?"

"Ölmeni isteyecek kadar senden nefret ettiğimi mi düşünüyorsun Burslu güzeli?"

"Hissediyorum Urağan, hissetmeyi geçtim, beni resmen ensemden tutarak nefretinde boğmaya çalışıyorsun."

Evet, tüm bunların yanında konuşulması gereken konuya yanlış bir zamanda parmak basmıştık ve şuanda her ikimizinde solukları gergince havanın sırtına dökülüyordu.

"Bana bir açıklama borçlu olduğunu unutma Urağan." dedim, dün ki yaşananları kastederek.

Bana tek kelime etmeden bir adım attığında sırtım arkamda kalan uçurumun rüzgarını derinden hissetti, ikinci adım sonrası kaşlarımı çatarak ifademle onu sorguladım ama o bunu umursamayıp harekete geçti. Uzaklaşmak istesem de bir sonraki adımın boşluk olduğunun bilincindeydim.

"Ne!" dedim, yaptığına anlam vermeye çalışan bir suratla.

Bir adım daha attı.

"N'apıyorsun?" diye uyaran bir sesle sordum, duymazdan geldi. Adımları bana giderek yaklaştı. Nefesimin ısındığını hissettim, buna tezat parmak uçlarım buz kesmişti.

Söylediğim şey onu kızdırmış olamazdı değil mi?

Tabi ki kızabilirdi.

Bars'ın kutsallaşmış dengesizliğini unutmuş olamazdım.

SUSKUN 1. (Tamamlandı)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin