BÖLÜM 14

2.8K 474 299
                                    

Menderes, yorulduğunda diğer eline alıp omzuna attığı kazma kürekle, arkasına bakmadan mıcır döşeli yolda koşar adım ilerliyordu. Köyün bir ucundan öteki ucuna gelmişti artık. Misafirhaneyi ve sağlık evini geçtikten sonra bir parça yavaşladı, yorulmuştu. Uzun zaman sonra arkasına baktı. Babası peşinde olmadığı için, Döndü'nün anasına babasına rahmet okudu.

Arkadan gelen ebe hanımı görür gibi oldu, fakat o sırada bayır aşağı inişe geçmişti.

Muntazam sıralar halinde yükselen portakal bahçesinin içindeki patikada ilerlerken, neşeli bir türkünün ıslığı çıktı dudaklarının arasından:

"Adana köprü başı... Otur saraya karşı... Gel beraber gezelim... Dosta düşmana karşı..."

Portakal dallarına bakıp, tomurcukları görünce "Bugün yarın açarlar inşallah..." diye düşünerek ıslığının şiddetini arttırdı. Yayacakları muazzam kokunun hasretini iliklerinde hissetti.

Tarlaya kadar uzanan; yaklaşık bir buçuk kilometrelik yolu keyifle kat etti.

Nihayet!

Etrafındaki dikenli tel, yabani otlarla görünmez olmuştu. Bir buçuk dönümlük araziye, dün keserek yol açtığı aralıktan girdi. Az değil, elli yıldır hayvanlar hariç kimse uğramamıştı tarlaya. Toprak verimliydi, aşağıdan da dere geçiyordu. Hal böyleyken babası neden burayı yasaklamıştı çözemiyordu.

Halbuki; güçlü kuvvetli oğullarıyla bir girseler, otları biçip, anızları yaksalar sonrada güzelce sürüp, ekip biçseler kötü mü olurdu?

"Yok... yok...! Bizim ihtiyar gömü saklamış kesin buraya. Bir ayağı zaten çukurda, benden başka kimsesi de yok! E niye?" Diyerek Hamit'in gıyabında kendi kendine söylendi.

Tarla gibi yalnızlığa terk edilmiş büyük palamut ağacının yanına vardı. Dün getirdiği erzaklar yerli yerindeydi. Üzerine örttüğü mavi branda bezi hiç bozulmamıştı. Şimdilik ihtiyaç duymadığı için açmadı.

Elini alnına siper edip gökyüzünü seyretti, çok yüksekten uçan bir iki leylek gördü ve başını tarlaya indirdi. Öncelikle ağacın etrafındaki alandan kazmaya başlamanın en doğrusu olduğunu düşündü.

Hiç beklemeden kazmaya başladı.

Ağacın etrafında, yaklaşık iki metre yarı çapı olan dairesel bir alanı parça parça kazdı. Kasketinin altından ensesine doğru şıpır şıpır ter iniyordu. Kolları yorulmuş, beli tutulmuştu. Avuçları biraz daha zorlarsa su toplayacaktı.

Erzakların yanına geldi. Branda bezini açtı ve Döndü'nün sıkıca sardığı bohçanın içinden bazlama ve azık koyduğu poşeti çıkardı. Karnını doyurduktan sonra brandayı yere açıp üzerine uzandı.

Gözlerini açtığında, hava kızıldan koyu maviye dönüyordu. Akşam olmuştu. Ellerini dizlerine vurup söylene söylene kalktı. Tekrar azimle kazmaya devam etti. "Belki biraz da kenarlara bakmalıyım" diyerek aşağı sınırdaki derenin yakınlarına ilerledi.

Kazdı... Kazdı... Ardında dev bir köstebeğin delikleri gibi çukurlar bırakıyordu. Pes etmedi...

Vakit yatsı olmuştu fakat Menderes'in umurunda değildi bir tek şey düşünüyordu "Daha çok kazmak..."

Dereye yakın yerde bir tuhaflık gözüne takıldı. Karanlık olduğu için tam seçemiyordu. Kazmayı orada bırakıp ağacın yanındaki erzak yığınına doğru yürüdü. Piknik tüp üzerine entegre edilmiş lüks lambasını alıp, cebinden çıkardığı kibritle yaktı. Bir elinde lüks bir elinde yine yığının içinden aldığı paslı küçük çapa, kazmayı bıraktığı yere geldi.

"AL" KİTAP OLDUWhere stories live. Discover now