BÖLÜM 1

14.4K 851 403
                                    



      Eylül/1950

    Genç adam, dörtnala koşturduğu atının gemini hızla çekince, korkudan kişneyen hayvan durup durmamak arasında kaldı. Kocaman gözleri dehşetle açılmış at, kasılmış çenesini neredeyse kıracak gibi oynatarak gemi azı dişlerine doğru ittirmeye yeltenirken, adam müsaade etmedi. Yelesini okşayıp dikkatini dağıttı ve aşağıya atladı. Çıldırmış gibi hareket eden hayvan binicisi inince şahlanıp terkisindeki bedeni yere fırlattı. Azrail elinden kurtulmuş gibi arkasına bakmadan yine dörtnala koşarak uzaklaştı...

    Kendini iki değirmen taşı arasında sıkışıp ezilmiş kadar yorgun ve tükenmiş hisseden adam, eğilip ellerini dizlerine koyarak yerdeki bedene baktı. Kan çanağına dönmüş gözlerindeki bakışta nefret, kin ve acımasızlık kıvılcımları çakıyordu. Ölmüş olduğunu umut ederek yanına yaklaştı, sağ ayağının ucuyla yüzüstü yatan bedeni dürttü. Hiçbir yaşam belirtisi yokmuş gibi görünse de zayıf soluklar alıp verdiğini görüyordu.

  Adam elini yerde yatanın başına uzattı. Siyah örtü kayınca upuzun kor ateşi rengi saçlar dalga dalga etrafına yayıldı. Kadın güçlükle başını kaldırıp yalvaran gözlerini adamın gözlerine dikti. Ağzından burnundan sızan kanla saçları uyum içerisindeydi. Geri dönüş olmadığını bile bile son bir kez aman dilese de süt beyaz tenine iki kıvılcım gibi yerleşmiş gözlerinde pişmanlık ifadesi yoktu.

  Hiç tereddüt etmeden kızıl saçları avuçlayıp, kafasına yakınlaşana kadar eline doladı adam. Kadın acı dolu çığlıklar atarken o görmüyor duymuyordu. Sadece tuttuğu saçlarından kaldırıp sürüklediği ağırlığın farkındaydı. Adamın da tıpkı kadın gibi cesetten farkı yoktu aslında.

  Tarlanın yüzeyindeki girinti ve çıkıntılar yavaşlamasına, daha çok güç harcamasına sebep oluyordu. Durmadı... Güçlükle nefes alıp, ciğerleri yanarken hırıltılarla boşaltıyordu göğüs kafesini. Serbest kalan elinden, umut ekip umut biçeceği toprağa şıpır şıpır kan damlıyordu.

  "Toprak! Topraktan geldi, toprak olamadan toprağa gitti..."

  Vahşi boğa gibi, kadının kırmızı saçlarına baktıkça daha da kudurdu ve iyice asıldı, sürüklemeye devam etti. Burun kanatları hırsla açılıp kapandı, avurtlarını sıkarken yanağının içini koparırcasına ısırdı ve dudağının kenarından tükürükle karışık birkaç damla kan sızdı.

  Sonunda dere kenarına geldi. Sanki bir ömür boyu yürümüştü, attan indikten sonra dereyi görmeseydi ya zamanın durduğunu ya da yerinde saydığını düşünecekti.

  Kafasını eğmeden sadece gözleriyle suyu izledi. Neyse ki son birkaç gün sonbahar yağmur getirmişti. İçindeki kontrol edilemez hayvani dürtü bu kadar büyümeseydi su yüksekliğine sevinebilirdi. Fakat yüzünde saf öfkeden başka bir duygu belirtisi yoktu.

  Sağ kolunun pazı kası yırtılırcasına gerildi ve saçlarından daha güçlü tutup onu çıplak ayakları yerden kesilinceye kadar kaldırdı. Yüzüne bakmaya tenezzül etmeden var gücüyle dereye doğru savurdu. Kadın suya temas eder etmez batmaya başladı. Ağzına burnuna sular dolana kadar attığı çığlıklar yeri göğü inletti.

  Güneş batarken ufukta bakır rengine dönüşmüş bulutlar ağıt yakıyordu. Tiz seslerle alçalıp yükselerek havada daireler çizen yarasalar mateme eşlik ediyordu. Akşam yeli yüzünü yalarken yerde bıraktığı kazma ve küreği alıp omzuna attı. Bastırmakta zorlandığı hıçkırıklarına yenik düşüp bağıra bağıra ağlayarak tarlanın bittiği yola vurdu kendini...

"AL" KİTAP OLDUWhere stories live. Discover now