~~Chapter Twenty-One~~

2.8K 114 20
                                    

Zoey.

Zihnimin gerisinde oynaşan gölgeler bana sesleniyordu. Kafa olması gereken yerde bir yarık açılıyor ve oradan ürpertici bir sesle ismim dökülüyordu. Vücudumun her bir santimetre karesi sanki üzerinde karıncalar varmış gibi kaşınıyordu. Uykuda mı yoksa gerçekte mi olduğunu ayırt edemiyordum. Uyanmak istiyor ama kıpırdayamıyordum.

Zoey.

Uyandım. Çok ani ve keskindi. Gözlerimi kırpıştırmadan tavana diktim. Camdan içeri düşen ağacın gölgesi tavanda kıpırdaşıyordu. Başımı yavaşça sağa sola çevirdim. Yatakta yalnızdım. Eğilip yerde yatan Christopher'a baktım. Derin uykudaydı. Sırtım terden sırılsıklam olmuştu. Ona bakarken biraz sakinleştim ve nefesimi düzenledim. Gerçek olduğunu anlamıştım. 

Yaşıyordum. Şimdilik. Bree peşimdeydi. Beni öldürmek istiyordu. Aslında bunu istemesini haklı buluyordum. Gırtlağımı kesmek istemesi normal bir şeymiş gibi geliyordu. Daha da kötüsü bunu hak ettiğimi düşünmeye başlamıştım. Kötü biri değildim ama Bree'nin bana zarar vermek için haklı sebepleri varmış gibi geliyordu. Aynı zamanda bana tuhaf bir aşk duyduğunu da biliyordum. Tıpkı benim ona duyduğum gibi. 

Bree'nin yüzü gözümün önüne geldi. Ürkütücü derecede güzeldi. Soğuk bakışları beni delip geçiyordu. Ona bakmayı seviyordum. Bir katilin gözlerine bakmayı, tenine dokunmayı, dilimi ağzında gezdirmeyi seviyordum. Belki de bende bir sorun vardı. Onu aklımdan tamamen çıkarmam gerektiğini biliyordum. O bana iyi gelmiyordu. Onu düşündükçe aklımı kaybedecek gibi hissediyordum. 

"Zoey."

Parlak ışık kapalı göz kapaklarımın arasından inatla sızıyordu. Tamamen uyanmıştım. Sabah olmuştu. Kıpırdanmadan olduğum yerde kendime gelmeye çalıştım. Christopher odanın içinde dolaşıyordu. Dirseklerimde doğrulup ona baktım.

"Günaydın." dedim çatallaşmış sesimle. Duştan yeni çıkmıştı ve saçından sular damlıyordu.

"Hadi. Gitmeliyiz."

Christopher dünyanın bir ucunda ucuz bir motelde benimle konuşuyordu. Ona duyduğum minnet kelimelerle ifade edilemezdi. Onu fiziksel olarak çekici buluyordum. Ama bu asla duygusal ya da cinsel olmamıştı. Ona saygı duyuyordum. Ona güveniyordum. Hepsi buydu. Konuşmadan yapılan acele bir kahvaltıdan sonra yola koyulduk. Gidecek başka neresi kalmıştı bilmiyordum. Uzun zamandır Bree ile ilgili haber almamıştık. Nerede olduğunu, bizi takip edip etmediğini bilmiyorduk.

"Sence vazgeçmiş midir?" dedi Christopher gözlerini yoldan ayırmadan. Bree'yi benim kadar iyi tanımıyordu. 

"Asla vazgeçmeyecek." dedim kafamı karnıma çektiğim dizlerime dayayarak. Yorulmuştum. Tüm bu koşturmaca ve kaçış beni inanılmaz yormuştu. Artık daha fazla kaçıp saklanmak istemiyordum. Bunun bitmesini istiyordum. Bu yüzden Bree ile yüzleşmeyi bile düşünmüştüm. Ama Christopher buna kesinlikle karşı çıkmıştı. 

"Seni öldüreceğini bile bile onunla yüzleşemezsin, Zoey. Buna izin vermem. Gücüm yettiğince seni koruyacağım."

Başımı ondan yana çevirdim.

"Aylar oldu. Bütün her şeyi geride bırakıp benimle dünyanın bir ucuna geldin. Benim için yaptığın her şeyin farkındayım, Christopher. Bunu kimse kimseye yapmazdı. Sana nasıl teşekkür edebileceğimi bilmiyorum. İstediğin şeyi veremem çünkü..."

"Onu seviyorsun. Zoey." dedi Christopher sert bir sesle. Kocaman elini uzatıp yanağıma dokundu.

"Biliyorum. Ve bu umurumda değil. Senin yanında olmak bana yetiyor."

Yatılı Okul《girl♡girl》Where stories live. Discover now