i k i

61 7 1
                                    

 Gözlerim, yavaşça duvar doğrultusunda kayıyordu ve bilincimi de beraberinde sürüklüyordu. Teslim olmamak için çabalıyordum. Bunu istemiyordum. Bu şekilde uyuşarak kısa bir süre için iyi olmayı beklemekten bıkmıştım. Savaşmak istiyordum. Bilincimin her zaman açık olmasını istiyordum. Bu şekilde savunmasız hissetmek, canımı kırdığım birkaç bin dolarlık vazonun parçalarından daha çok yakıyordu.

''Alaska, uyan tatlım'' 

 Gözlerimi açtığımda halen öğlen olması beni şaşırtmıştı. Genelde uyandığımda, yeni bir güne merhaba demek zorunda kalırdım.

 ''Uyumak istiyorum'' diye cevapladım. Beş dakika daha istemiyordum, sonsuza kadar istiyordum. Bir daha hiçbir şey düşünmeme fikri uyuma isteğimi arttırıyordu.

 ''Fransızca dersine gecikmek isteyeceğinden şüphe duyuyorum'' dedi. Gözlerimi açtım ve kocaman gülümsedim. Piyano tuşlarının yanı sıra, beni mutlu edebilen yegane şey ise Fransızcaydı.

  Merdivenlerden bir kuş misali süzülerek indim ve çalışma odasına ilerledim. Kapıyı araladığımda önümde dikilen uzun boylu çocuk ürkmeme neden oldu.

 ''Kimsin sen?'' diye sordum kabaca. Kibar düşünmek için çaba harcamadım bile.

 ''Luke Hemmings'' diye yanıtladı küçük ve belirsiz bir tebessüm eşliğinde. Benden yaklaşık olarak yirmi santim uzun olduğuna takılı bir şekilde gözlerimi mavi gözlerine kilitledim.

 ''Pek tatmin edici bir cevap değildi'' diye söylendim korktuğumu belli etmemeye çalışarak.

 ''Şey-'' merdivenlerden gelen topuklu sesleri cümlesini yarıda kesti. Gözlerini ellerine çevirdi hızla. Ben ise onun sanat eseri gibi parıldayan yüzünden gözlerimi alamadım. Gözlerinden tebessümüne indi gözlerim. Yıldızlar saçıyor gibiydi. Çocuk gibiydi. Küçük bir buse için kıvranır gibiydi kenarları. Derin bir nefes aldı daha sonra. Aynı anda benim nefesim kesildi. Sarının hiç görmediğim bir tonunda parıldayan saçlarını karıştırdı hafifçe. Havayla birlikte parfümünün kokusu çarptı yüzüme. O anda yeniden nefes aldım. Sonra kirpiklerinin uçlarına asıldım, burnunun üzerinden kaydım. Dudaklarına tutunmak istesem de, kalbine düşüverdim aniden. Çıkabilmek için çırpındım, midemde kanatlar hissetmeye başladım. Ağzımdan çıkmaya çalışan sözcükler tam olarak boğazımda birbirlerine takıldılar, düğümlendiler. Ne yaşıyordum bilmiyorum. O, çok fazla güzeldi. 

 ''Alaska..'' gözlerimi hızla dadıma çevirdim ve sadece birkaç saniye yaşadığım büyüyü dağıtmak için tuttuğum nefesi verdim.

 ''Pierre, yoğun bakımda olan annesinin yanına gitmek zorunda kalmış, Londra'ya. Lakin kendisi yiğenini, ayrıca öğrencilerinden en iyisini, senin için yolladı. Birkaç hafta idare edebilir misin, tatlım?''

 Pierre, sıkıcı bir sese sahip olan, atmışlarının ortasında, dört yıllık dil öğretmenimdi. Ondan İtalyancayı biraz öğrenmiş, daha sonra kendimi tamamen Fransızca'ya vermek istediğim için İtalyanca'nın üzerine sünger çekmiştim. 

 ''Alaska...'' dedi gözlerini gözlerime yeniden kenetlerken. İşte yeniden kelebeklerin dansını hissetmeye başladım. 

''Gerçek adın bu mu?'' dedi hafif bir tebessümle. Ne diyeceğimi bilmiyordum. İçimden birkaç doğru cümle geçiyordu lakin her bir kelimesi boğazımda takılı kalıyordu işte. Ona cevap vermeyi denersem, aklındaki ben'i sileceğimden korkuyordum. Aynı zamanda, kötü bir imaj yaratmak da istemiyordum susarak. 

''Oh...En iyisi derse geçmek'' dedi sitemkar bir şekilde soluyarak. Sanırım benden pek haz etmemişti. Bir an önce bitse de gitsem havasına girdiğini bile söyleyebilirim. Az önceki heyecanlı ve parlak görünümünden eser kalmamıştı.

 ''Oh, tabii'' dadım sıcak bir gülümseme takındı ve hızla uzun koridorda kayboldu. Şimdi sadece o ve ben kalmıştık. Daha önce hiç kendi yaşıma yakın biriyle aynı odada yalnız kalmamıştım. Şey, en azından karşı cins olan. 

  O masaya çantasındaki kitapları koymaya başlarken, ben garip bir şekilde onun her hareketini izliyordum.  Bunun farkında olduğunu ve rahatsız olduğunu anlamam için birkaç kere öksürdü lakin umursamadım.

 ''Ceketin güzelmiş'' dedim aptalca gülümseyerek. Deri ceketli birinin bizim bahçeye adım atabileceğini hayal dahi edemezdim.

 ''Teşekkür ederim'' dedi gülümseyerek. Bu, benim tuhaf bir insan olmadığımın bir göstergesi gibi olmuştu ona. Fakat bilmiyordu ki, hayatında belki de tanıdığı en sorunlu kişiliğe sahiptim.

 ''Neler bildiğini göster bana'' dedi geniş omuzlarını dikleştirir ve kollarını göğsünde çaprazlarken. Yüzümde hafif bir tebessüm oluştu. 

 ''Tek bir şey soracağım önce'' dedim. Kekelemediğim için kendi ağzımı öpmek istedim. 

 ''Buyur'' dedi kaşlarını hafif çatarken.

 ''Kaç yaşındasın?'' diye sordum. Sanki daha büyük bir şey beklerken hayal kırıklığına uğramış gibi kaşlarını kaldırdı. 

 ''Yirmi'' dedi kısaca. 

 Kitaplara doğru yöneldiğimde, bu kez o bir soru sordu.

 ''Ya sen?''

 ''Seize*'' diye yanıtladım kısaca. 


*Fransızca 16 sayısı.


Diana ∞ HemmingsHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin