Bölüm 16

677 29 0
                                    

Güneş kocaman turuncu bir tepsi gibi ufka yaklaşıp, gökyüzünü ve çölü türlü renk cümbüşleriyle donatıp veda edinceye dek çevreyi izledi Zülzine. Devenin adımlarının ahengiyle bir sağa bir sola sallanıyordu mahfe.

Gün batımıyla hava serinledi. Aydınlık, kuru, ıssız ve ölü çöl yavaş yavaş yüz değiştirmeye başladı. Kavurucu güneşin kaybolmasıyla bir anda hayat çıktı ortaya.

Her tarafta bir kıpırtı, bir telaş vardı. Gün boyu toprak altında uyuyan böcek ve sürüngenler, gece olunca endamlarını arz etmeye başlamışlardı. Her yandan ayrı bir hayvan sesi duyuluyordu. Çöl kuşları ötüşüyordu çevrelerinde. Uzaklardan, mor gölgeli bir kum tepeciğinin ardından bir ceylan göründü, sonra bir anda kayboldu.

Amir kaçırmadı onu, hemen işaret verdi adamlarına. Mavi türbanlılardan biri sırtındaki sadaktan bir ok çekip yayını kurdu, nişan aldı, ama Zülzine bir anda bağırınca duraksayarak liderine baktı.

"Dur! Amir söyle de, dursun! Öldürmesin onu. Belki evine gidiyordur. Yavruları vardır belki. Yazık. Hem bir sürü azık var zaten yanımızda. Onun bir damlacık etine ihtiyacımız bile yok, değil mi?"

Amir işaret etti adamına. Ok geriye, muhafazasına kondu, yay omuza asıldı.

"Senin hatırın için Zülzine..."

Devesini Zülzine'ninkinin yanına yanaştırdı. Soğuyan havadan, çöl gecesinin ayazından korunması için ince yünden bir örtü verdi omuzlarına.

Ufak çalıların gece çiçek açtığını gördü Zülzine. Kocaman bir yılan az açıklarında, başını kaldırıp onlara bakıyordu. Çatal dilini çıkarıp tısladı. İçine derin bir ürperti salındı Zülzine'nin. Amir'in neden 'Seni bırakırsam ölürsün' dediğini daha iyi anlamıştı.

Âdeta dikenliymiş gibi duran sarı kertenkeleler gördü sonra. Kum tepesinden yavaş yavaş aşağı iniyorlardı. Sanki bu dünyadan değillerdi. Gördüğü her şey Zülzine'yi şaşırtıyordu, ama kendisinden bile büyük bir kertenkele görünce donakaldı. Hayvan o kadar büyüktü ki, diz çöküp otursa, kendi vücudu bile küçücük kalırdı yanında.

Hayvan ağır adımlarla yürüyordu. Derisi âdeta kayış gibiydi. Girintili çıkıntılı ve kapkalındı. Onu görür görmez ürktü, ister istemez bir korku ünlemi çıktı boğazından. Haykırışını duyan müstakbel kocası ona döndü.

"Ondan mı korktun Zülzine? Hiç korkma! O tamamen zararsızdır. Bu cüsseyle sadece böcekleri yer. Tlahasım deriz biz ona. Kutlu bir hayvandır. Tam bir insanın sığabileceği gibi bir in kazar kendine kumlarda. Zorda kalan yolcular orda yatarlar. Tlahasımın onları kolladığına inanırız."

Bu çöl insanı, onun zararsız olduğunu söylese de, hayvanı izlemek bile Zülzine'nin içini korkuyla doldurmaya yetmişti.

Zülzine için her şey yeni, farklı ve kıpır kıpırdı. Ay dolunay vaktine yakındı. Kocaman ve ışıl ışıl... Yüce Sahra'yı gündüz gibi aydınlatıyordu. Lacivert gökyüzünde binlerce yıldız göz kırpıyordu.

Derken Amir'in adamlarından biri yanık sesiyle bir şarkıya başladı. Zülzine dilini bilmediğinden sözleri anlayamıyordu, ama manasını seziyordu. Ayrılık ve hasret üzerine bir şeyler anlatıyor olmalıydı.

Her şey o kadar güzeldi ki... Keşke bu yolculuğa zorla çıkmış olmasaydı... Her şey çok daha farklı olabilirdi. Ama şimdi... İçine derin bir keder çöktü. Geride kalan sevdikleri, eşyaları, kıyafetleri, takıları, boş dursa da kırmızılı mozaiklerle bezeli evi, hatıraları... Artık hepsi çok uzakta kalmıştı. Başka bir hayatta...


Zülzine(KİTAP OLDU)Where stories live. Discover now