Bölüm 7- '' Gizemli Adam ''

13.6K 1.3K 270
                                    

Güneş hareleri çağlayan nehrin üzerinde birer kristale dönüşüyor, nehrin hareketinden mütevellit oluşan ılık rüzgâr, çenemin altında birleştirdiğim uçlardan, sola doğru dolayıp yanak hizamda iğnelediğim siyah örtüyü uçuşturuyordu.

Ellerime baktım, sol taraftaki yüzük parmağımdaki alyans, bileklerime kadar uzanan siyah kıyafetimin içindeki cılız kollarım, o kadar bana ait ve bir o kadar yabancıydı ki. Yüzümde dolandırdığım ellerim, alnımın küçüklüğünü, gözlerimin oyuntusunu, göze çarpmayacak kadar alelade burnumu, üst dudağı ile alt dudağı eşit büyüklükteki ağzımı, sivri sayılabilecek çenemi; tanıyordu muhakkak. Aynaya bakmaya gerek duymadan biliyordum ki, bu nehrin önünde, bu ağacın altında, bu bankta oturan, bendim. Fakat başka türlü bir ben...

Parmağımdaki yüzük neyin nişanesiydi? Başımdaki örtü neyin nesiydi? Ve bakışlarımın yeni yeni idrak ettiği üzerimdeki bu siyah oldukça bol, ayaklarıma kadar uzanan kıyafet nasıl olmuştu da üzerime geçirilmişti? Tüm bu soruların cevaplarını bilmesem de bu bilinmezlik beni rahatsız etmiyordu. Aksine içinde bulunduğum anda öyle bir huzurla kaplıydım ki, sanki etrafımda beni olan-olabilecek hatta olması mümkün dahi olmayan tüm kötülüklerden koruyabilecek bir kalkan vardı. Daha önce asla tatmadığım bu huzurun bozulmamasını diliyordum içimden. Gerekirse sonsuza kadar burada, bu halde durabilirdim.

Az sonra kahve kokusu, çayır çimene eşlik etti. Bakışlarım etrafı taradığında, çok geçmeden onu görmüştüm. Uzun boyu, arkaya taradığı saçlarından alnına düşen birkaç tutamı, kurşundan ağır yeşil gözleri –ki resmiyete dökülebilse silah sayılırdı- kirli sakalı, gülümseyen çehresi ve elinde tuttuğu iki kupa ile beraber bana doğru gelen adam. Bardakların içindekinin sıcak olduğu üstünde tüten dumanından, kahve olduğu ise aradaki belli mesafeye rağmen çok net aldığım kokusundan belliydi. Attığı büyük adımlarla aramızdaki nereden bakarsam bakayım gereksiz görünen mesafeyi bir çırpıda hükümsüzleştirip banka, sanki az önce oradan kalmışçasına bir eda ile, yanıma oturdu. Yanıma oturdu ve bütün mevsimler de onunla beraber dizimin kenarına ilişiverdiler sanki. Oturan o değil de, bütün bir Kâinattı.

Kupalardan üzerinde kurbağa deseni olanı bana uzatırken, kendisine ayılı olan kalmıştı. Tereddütsüzce bardağı avuçlarımın içine aldım. Çok sıcaktı fakat içimde kaynayan ateş kadar, hiç... Yaklaşıp kokusunu içime çektim. Dudaklarımı götürüp küçük bir yudum aldım. Tüm bunları yaparken, kurşun gibi gözleri üzerimden bir an bile ayrılmamıştı. Bunun beni nasıl heyecanlandırdığından, basit bir kahve içmeyi bile rahatça eyleme dökememeye karşı duyduğum tedirginlikten habersizdi. Ya da bıyık altından iliştirdiği tebessümüne dayanarak, bundan gayet de haberdar olduğunu bilakis beni böyle izlemekten hoşnut olduğunu söyleyebilirdim.

Bir şeyler söylemek için dudaklarımı açsam da, bu anın büyüsünü bozma korkusu ile yavaşça geri yumdum. Zira öyle bir şey yaşıyorduk ki, öyle kıymetli, sanki söyleyebileceğim en cazip cümle bile bunu bozacak kadar gereksiz görünüyordu. Adını sormak geldi aklıma ansızın, fakat içimden gelen ''zaten biliyorsun kim olduğunu'' hissine aykırı olacağı için, vazgeçtim. İsimlerin ne önemi vardı ki zaten, her birimize iliştirilmiş birer etiketten fazlası değildi. Mühim olan insanın hissettirdikleriydi. İsmi ne olursa olsun, bu bankta kendimi tanıyamaz ama aynı zamanda ziyadesiyle aşina olduğum kıyafetlerleyken ben, yanımda oturan adamın beni dünyanın hiçbir yerinde bulamayacağım bir saadetle boğduğu değişmeyecekti. Anlamıştım, onun adı hayaldi... Çünkü ancak bir hayal böylesi güzel ve böylesi gerçek hissettirebilirdi.

O da bu sessizliği bozacak bir şey söylemedi. Başından beri takındığı tavrını, yüzündeki o geniş gülümsemeyle öylece bana bakmayı sürdürecekti anlaşılan. Kahvesinden bir yudum aldı ve düşüncelerimin aksine bana doğru iyice sokuldu. Kalbim kulaklarımın sınırlarını dener gibi atarak onları çetin bir sınava sokmak isteyerek hızlandı. Şimdi dizi dizime, kolu koluma değerken, bir karınca ordusu vücuduma doğru hücuma girişmişti. Bardaktan boşta kalan elimi avcunun içine alarak kalp hizasına dayadı. Başımı daha fazla tutamayacağımı idrak ettiğimde omzunun üzerine yavaşça bıraktım ve o an zaten başından beri böyle oturuyormuşuzcasına bir rahatlık hissettim. Az önce hızlanan kalbim sükunet bulmuş, karınca ordusu savaştan vazgeçip geri çekilmişti. Başım omzunda, elim kalbinin üzerinde kalakalmıştım ve benimle beraber her şey de öylece donmuştu adeta. Gürleyerek akan nehir, rüzgârda sallanan yaprak, hışırdayan ağaçlar, dalda öten kuş, her şey; gözün gördüğü ve göremediği her şey oldukları hal üzere kalmışlardı. Zaman ve mekânın ötesindeydik.

Kalbini Koru - DÜZENLENİYOR/ Ölümü Öldüren Sevda/ İki Seri Tek KitapNơi câu chuyện tồn tại. Hãy khám phá bây giờ