Bölüm 3- '' Her Çiçeği Katleden Bir Bahçıvan Vardır ''

27.3K 1.7K 402
                                    

''Gar be to of ta dam nazar cheh re be cheh re ru be ru

Sharh o da ham ghame to ra nokte be nokte mu be mu...''

-ey sevgili! olur da çehrene bir bakış atabilirsem ve yüz yüze gelebilirsek,
gönlümde taşıdığım derdini anlatırım sana, nükte nükte, ince ince-

Dudaklarım sol kulağımdan bana ulaşan şarkıya eşlik ederken, gizlendiğim kuytuda ayağımla ritmik tempolar tutmuştum. Kalbim melodinin sızısı eşliğinde kâh bulutlanıp kâh kabarırken, önüme düşen birkaç saç tutamını kulağımın arkasına sıkıştırdım.

Sonbahar mevsiminin sonlarındaydık. Her şeyin, mevsimlerin dahi bittiğini çok erken yaşta; babamdan sonra balkonda unutulan ipek çiçeklerinden öğrenmiştim. Sonbahar mevsimi gelip kuruduğunda başına oturup saatlerce ağladığım zaman annem söylemişti;

''Mevsimi bitti kızım bunların. Seneye yazın tekrar çiçeklenecek.'' Mevsimler bile biterken, kalıcı olan ne vardı ki? Bir çiçek dahi açmak için koca bir sene beklemesi gerekti. Peki bizim çiçeklerimiz, hangi mevsimde, hangi tarihte açacaktı? Belki çoktan açmış ve köklerinden koparılmıştı bile, yahut daha tomurcuğa dahi durmamıştı. Belki de, hiç açmayacaktı ya da birkaç saat, birkaç dakika, birkaç saniye sonra, tohum verecekti... Belki de insan ömrü boyunca bir çiçek olabilmek için yaşıyordu.

Bugünün tarihi geçti içimden; 19.09.2015. Günlerden Cumartesi. Aylardan; Eylül. Mevsim Sonbahar. Belki bugün bir çiçek olurdum.

Hava sıcak denemeyecek kadar rüzgârlı, soğuk denemeyecek kadar hafifti. Kol saatimi kontrol ederken söylendim; hadi artık Egg!

Sağ kulağımdaki küçük böcekten gelen, rahatsız etmeyen cızırtı, az sonra hattın diğer ucundaki arkadaşımın konuşacağını bildiriyordu; Az kaldı sabret. Dedikten sonra azar tonunda konuştu; diğer kulağında çalan şarkı bana kadar geliyor, kıs şunun sesini.

Görmeyeceğini bilsem de başımı iki yana salladım. Bu hem hayır anlamındaydı, hem de bu şekilde çalıştığıma halen daha alışamamış olmasına karşı bir hayıflanmaydı.

Konsantre olmamı sağlıyor, biliyorsun. Diye cevaplarken başımı gizlendiğim duvar dibinden hafif çıkararak etrafı kolaçan ettim. Burası bir insan yığınıydı. Kimi yolculuk zamanının gelmesini beklerken oturduğu sandalyede sigarasını tüttürüyor, kimi ayakta bir ileri iki geri mekik çekerek zamanı yitirmeye çalışıyordu. Sevdalı oldukları belli olan çift az ileride el ele tutuşmuş, birazdan ayrılacakları gerçeğini inkar ediyorlardı. Koltuklarına kurulup başlarını pencereye dayayanlar, çoktan hayal dünyalarına çekilmişler, orada kim bilir kaçıncı kez bir ayrılık yahut bir kavuşma anını sahneliyorlardı.

Bakışlarım garın yan yana olan iki kapısının üstündeki büyük duvara asılmış saate kaydı; yirmi iki kırk beş. Aynı saniye içinde kulağımdaki böcekten yeni bir cızırtı daha işittiğimde, nihayet beklediğim cümleyi duyacağımı anlamıştım;

Geldi. İki kişiler. Çocuk yanlarında.

Üzerimdeki hırkanın kapüşonunu başıma geçirdikten sonra etrafı yeniden kontrol ettim. Birkaç saniye içinde kalabalık arasından hedefim görüş alanıma girdiğinde dudaklarımdaki haz dolu gülüşle Egemen'i yanıtladım; Anlaşıldı, başlıyorum.

Ellerimi cebime yerleştirip aklımdaki şeyleri yeni baştan kontrol ettim. Normal bir insan gibi yürüyecek –ki asla normal olmayan benim için bazen bu bile fevkalade zor olabiliyordu- ve tam onların önünden geçerken adama çarpacaktım. Suçu adamın üzerine atıp kavga çıkaracak ve çıldırmış gibi bağırarak etraftakileri başımıza toplayacaktım. Sonrası zaten kolaydı. Her şey göz açıp kapayıncaya kadar kısa bir sürede olup bitecekti, her zaman olduğu gibi.

Kalbini Koru - DÜZENLENİYOR/ Ölümü Öldüren Sevda/ İki Seri Tek KitapWhere stories live. Discover now