→#In Security←

119 21 0
                                    

-"Gabriel... Gabriel!"

Başımı Nikita'nın bulunduğu ekrandan çevirip Amanda'ya döndüm. Diğerlerinin aksine o ekranı değil beni izliyordu.

-"Bak, eğer bu gün başaramazsam..."

Parmağımla onu susturup ekranda dövüşen Nikita'yı gösterdim. "O başarabiliyorsa sen de başarabilirsin Amanda. İnan bana."

Konuşmamız esnasında gong efektli elektronik zilin odanın içinde yankılanmasının ardından sıradaki aceminin ismi okundu. "Gabriel Bristow. 29. Oda"....

Bir yılımı doldurmama rağmen okunan ismimi bir süre tanıyamayıp saf gibi etrafıma bakındım. Beynimin bana oynadığı oyundan sıyrılmamı sağlayansa Amanda'nın o endişe dolu bakışları oldu. Resmen kendisininkinin yanı sıra benim endişemi de o taşıyordu.

Elimi kavrayıp sıkıca tutarken açık mavi gözlerine bakıp belli belirsiz gülümsedim. Ayağa kalkarken elini bıraktım fakat gülümsemem titreyen bacaklarımla tüm yüzüme dağılıp bir sırıtış halini almıştı. Yerimde hoplayıp kollarımı ringe girecek bir boxör gibi sallayarak Amanda'ya göz kırptım. Ardından ekranın yanında duran kapıyı açıp uzun koridorda yürümeye başladım.

...6, 7, 8, 9... iki yana da sıralanmış kapıların numaralarına bakarak ilerlerken karşıdan gelen Nikita'yı görünce gülümsedim. Kızıla yakın renkteki saçlarını arkadan bağladığından dolayı yüzüne aldığı her bir darbe gözümün önündeydi. Yanımdan geçerken gülümsememe karşılık vermeyi bırak dönüp bakmadı bile. "Canın cehenneme kibirliler kraliçesi." Kendi kendime mırıldandığım sözlerle beraber kapıları takibe kaldığım yerden devam ettim. ...12, 13, 14, 15...

Kapılar arasında yürürken her ne kadar umursamıyormuş gibi görünsem de midemden başlayan o garip bulantı tüm bedenimin titremesine yol açıyor, görüşümü de hafifçe bulandırıyordu. "Sınava giren ilk Nikita'ydı en azından" diye kendimi telkinle yürümeyi sürdürdüm. Ortama konulan gizli kameralarla izleyebildiklerime de bakılırsa Nikita gibi benim sınava gireceğim yer de bir mutfaktı.

...26, 27, 28 ve 29.

Rakamın yazılı olduğu kapının önünde durduğumda içimden neden sonuncu kapı olmadığına lanet ettim. Neden yirmi dokuz gibi korkunç bir rakam olmak zorundaydı ki? Gerçi en ufak bir batıl inanç barınmıyordu içimde ya, örneğin diğerlerinin aksine geceleyin karakedi görünce mutlu olup şans bekleyenlerdendim. Neden mi? Çünkü kara kedi nadirdi. Ve ayrıca kediler bana göre oldukça zariflerdi. Fakat bu ben özgürken olan birşeydi. Burada evcil hayvan bulundurulması yasaktı. Sadece laboratuvarlarda kobay türleriyle karşılabilirdiniz fakat onlara da üzerlerinde deney yapıldıklarından dolayı acemilerin çıplak elle dokunması dahi yasaktı.

Kapıdaki yirmidokuz rakamı kapıdan ziyade önümdeki tek varlıkmış gibi bir şekle bürünürken kapı davet edercesine kendiliğinden karanlık odaya doğru açıldı. İçimdeki tüm cesaret kırıntılarını toplamaya çalışarak gardımı alıp kapıdan içeriye daldım. Tam anlamıyla daldım...

Yumruklarımı karanlık odada her an gelebilecek bir tehlikeye karşı sıkıp bırakırken arkamdaki kapı kapandı, aynı anda da başımın üstünden gelen cızırtıyla beraber spotlar odayı aydınlattı.

Gözümü alacak kadar karanlıkta durmadığım halde yanan ışıklarla beraber onları kıstım. Işığa alışmaya başladığındaysa gözlerimi bulunduğum ortamın sınırları boyunca dolaştırdım. Lanet bir şekilde yanılmıştım. Lanet olası Security tarafından trollenmiştim yine. Neden mi? Çünkü sandığımın aksine burası kahrolasıca bir mutfak bile değildi. Ortasında durduğum alan bir oda bile sayılmazdı hatta. Bilgisayar masaları ve dosya dolaplarıyla dolu bir ofise bakıyordu gözlerim.

Fazla müddet almayan şaşkınlık anımı atlatınca karşımdaki koca camı kapatan jaluziye doğru ilerledim. Camın ardında ne olduğunu fazlasıyla merak ediyordum. Gerçi içimden bir ses sadece basit bir cam olduğunu, ardının tuğlayla örülü olduğunu söylese de dinlemeyip masanın yanından geçtim ve jaluziyi araladım...

Gördüğüm manzara karşısında ne zamandır tuttuğumu unuttuğum nefesimi ağzımdan verince, güneşin parladığı gök yüzünün altında uzanan irili ufaklı binaların üzerinde ince bir tabaka buğu oluştu. Gerçeğini aratmayan manzarayla aramda duran camın üzerindeki buğuyu kapüşonlumun koluyla silerken sanal manzara anında değişip uçsuz bucaksız bir okyanusa dönüşüverdi. Güneşin parıldadığı berrak su dalgalarının o göğü yansıtan mavisi içimde anlatamayacağım bir hissi ortaya çıkarırken sadece gülümseyebildim. Fazla değil beş saniyenin ardından o da değişti. Gökteki güneşin sarısı atıp rengi beyaza dönerken mavi gökyüzü de onunla beraber zifir siyahına büründü. Altımdaki manzaraysa artık temiz sular değildi. Herkesin birbirine girdiği köyümsü bir yerdi. Fakat... fakat orada dövüşenler insanlar değildi. Bu sefer cama buğu yapmaması için tuttuğum nefesimle o manzarayı görmek için biraz daha eğildim. Hayır, dövüşenler insanlardı. Fakat onlara saldıranlar, bana bir zamanlar izlediğim Resident Evil sahnelerini hatırlatacak cinsten insan dışı yaratıklardı. Hissettiğim rahatsızlıkla beraber başımı yukarıya kaldırırken arkadan ağır bir el omzuma yapışıp canımı yakacak derecede sıktı. " Hadi oynayalım."

SAF KATLİAMWhere stories live. Discover now