jimin sigarasını öyle bir bastırdı ki kül tablası çatlayacak sandım. ama o da tek kelime etmedi. dudakları hâlâ kıpkırmızıydı, öfkesini saklayamıyordu ama sesi çıkmadı. ve birinin bunu yapması da gerekiyordu. yoksa ne jimin pes ederdi ne de yoongi.

ben mi? ben gözlerimi hepsinden tek tek gezdirdim. bu ilk kez oluyordu. jimin’in de, yoongi hyungun da geri adım attığını görmemiştim. hepsi hoseok hyungun tek bir kükremesiyle olmuştu.

hemen cümlemi geri alıyorum, benden jimin'den ve yoongi hyungdan daha sinirli biri varsa da hoseok hyungdu.

ortam bir süre daha sessiz kaldığında hoseok hyung sessizliği bozan ilk kişi oldu.

“şimdi,” dedi hâlâ sert, hâlâ buyurgan bir ses tonuyla. “ya kavganızı unutup bu işi beraber götürürsünüz ya da kapıyı çekip gidersiniz.”

bir sessizlik daha çöktü. yoongi hyung yere baktı, jimin dişlerini sıktı. sonra ikisi de aynı anda başlarını salladı. isteksiz, ama kabullenmiş bir şekilde.

“pekâlâ,” dedi jimin, boğuk bir sesle. “sen nasıl istiyorsan öyle olsun, senin için susuyorum.”

“tamam. ama bu işin sorumluluğu senin üzerinde.”

"zaten başka sorumluluk alacak zeka sahibi birisi kalmadı." diye lafını soktu hoseok hyung. yine kimse sesini çıkarmadı. muhtemelen onlar da benim gibi şok içindeydi.

çünkü, bilirsiniz işte. hoseok hyung çiçek, böcek, kelebek tarzı bir insandı. ve az önce o ses tonunun ondan çıktığını kavramak inanılmaz zordu. taehyung'a baktığımda o da sırıtarak onları izliyordu.

hoseok hyung sesli ve derin bir nefes alarak “o zaman hepiniz kafanızı toplayın. yarın sabahtan itibaren menüyü, fiyatları, reklamı netleştiriyoruz. herkesin yapacak bir işi var ve biliyor.”

onaylarcasına kafa salladığımda taehyung sadece benim duyacağım bir sesle "herifteki taşak yeni yeni kendini göstermeye başladı." dedi. gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırıp omuz attım.

yoongi hyung koltuğa çöktü, ellerini sertçe saçlarına geçirdi. jimin hâlâ sessizdi ama gözlerinde öfke yerine yorgunluk vardı artık. hoseok hyung konuşurken not alıyormuş gibi kafasını sallıyordu sadece. muhtemelen sinirini gidip bir barda çıkaracaktı.

“jeongguk,” dedi hoseok hyung gözlerini bana çevirerek, “senin sesinle iş yapacağız. çekiliş, canlı yayın, sosyal medya ne varsa kullan. jimin sen de destek olacaksın. yoongi sen kasaya geçeceksin. taehyung sen de her zamanki gibi ortamı kurtaracaksın.”

taehyung’un dudaklarında o meşhur muzip gülümseme belirdi. yavaşça bana döndü, gözlerini üzerime dikti.
“yani,” dedi, sesini bilerek düşürerek, “jeongguk, senin sesinle müşteri çekilecekse  ben özel dinleyici olabilirim. hatta provalar için yalnız kalabiliriz, ha?”

boğazımda takılan kahkahayı yutmaya çalıştım ama sesim çatallaştı.

"ağzını yüzünü kırmam için özel bir teklif mi?" dedim aynı şekilde sırıtırken.

"bloody kiss fantezin olduğunu bilmiyordum." dedi bu defa.

neden olmasın?

hoseok masaya dosya bırakmış, ciddi ciddi gelir-gider hesaplarını sıralıyordu.

harika. adamlar iş planı yapıyor, ben ise dudaklarımı kanla boyanmış gibi hayal etmekle meşguldüm.

“kes sesini,” dedim ama dudaklarım istemsizce kıvrılmıştı. “yoksa provayı gerçekten kanlı bitireceğim.”

taehyung kahkaha atmamak için dişlerini dudaklarına bastırdı, sonra hafifçe bana eğildi.
“kanlı, kansız fark etmez. sen yeter ki şarkını söyle.”

yoongi’nin başı hâlâ ellerinin arasında, jimin ikinci sigarasının izmaritini küllüğe bastırıyordu. onların yanındaki sessizlikle bizim aramızdaki bu olaylar birbirine o kadar zıttı ki, sahnede farklı film aynı anda oynuyormuş gibi hissettim anlık olarak.

hoseok hyungun sesi o an duvar gibi üzerimize çöktü.

“yarın sabah sekizde burada oluyorsunuz. tartışma, flört, fantezi yok. iş konuşacağız. anlaşıldı mı?”

Taehyung gözlerini kırptı. “ben anladım hyung,” dedi, sonra bana dönüp alçak sesle ekledi.

“ama özel ders meselesi hâlâ masada.”

attığım omuz yerinde olmamış olacak ki bu kez sertçe dirseğimi geçirdim karın bölgesine. iki büklüm olurken anlık olarak gözler bizim üzerimize döndü.

"sussana oğlum, bize buluşacak şimdi." dedim sadece onun duyacağı bir sesle.

"tamam demedim bir şey." dedi zar zor konuşarak.

taehyung’un fısıltısı kulağımda asılı kalırken hoseok hyung sandalyesini geriye itti.

"tamamdır,” dedi sertçe. “bu kadar. herkes evine. yarın sekizde buradasınız. nokta.”

"jeongguk arabam yok, beni bıraksana." dedi jimin.

"eve mi gidiyorsun?"

"yok sanayiye bırak."

"tamam."

yoongi hyung tek kelime etmeden ayağa kalktı, ceketini koluna atıp kapıya yürüdü. jimin ağır adımlarla onu izledi, sigara dumanı hâlâ üzerinde asılıydı. hoseok hyung masadaki dosyaları toplarken gözlerini bizden kaçırıyordu, belli ki öfkesini içinde tutmaya karar vermişti.

taehyung ise, çıkmadan önce bana doğru eğildi ve dudaklarının kenarında o sinsi gülümsemeyle fısıldadı.

“özel ders, unutma.”

boğazımı temizledim.

"alacağım hırsımı merak etme." dedim arkamı dönüp gitmeden önce.

jimin'in arkasından giderken cebimden sigara paketini çıkarıp dişlerimle içinden bir dal çektim. sırtımda onun bakışlarını hissediyordum hâlâ. yüzümdeki sırıtış yerini korurken elimle siper ettiğim sigarayı yaktım. sessizlik çöktüğünde içimden geçirdiğim tek şey vardı.

mükemmel bir iş planımız var, ama ben yine planın başka bir kısmında kaybolmaya başlamıştım.

rascal | tkDonde viven las historias. Descúbrelo ahora