697 75 62
                                        

"her şey için teşekkürler jeongguk, sen olmasan belki de batmıştık."

omzunla kulağım arasına sıkıştırdığım telefonumun düşmemesi için dikkatli bir şekilde karıştırdığım yemeğin bana merhamet göstermesini bekliyordum tam şu an. bir yandan da hoseok hyung ile konuşuyordum.

o buluşmanın ardından tamı tamına iki hafta geçmişti ve müşterilere yetişemediğimiz için jimin kalıcı bir şekilde orada garson olarak işe başlamıştı. onunla birlikte birkaç kişi daha almak zorunda kalmıştık. tabii bu yoongi hyung ile bir gece baş başa sabahladıkları bir iş gününden sonra olmuştu. ne kadar moment bekliyor olsam da ikisi oturup sabaha kadar dertleşip yakınlaştıklarını söylemişti. buna emindim çünkü jimin koşa koşa gelip bana anlatırdı. ben de borçlarımı kapatıp işten tekrar çıkmıştım çünkü tatilim bitmişti ve yetiştirmem gereken tonla ders vardı.

ve bir hafta boyunca koskoca şirketin distribütör şefi vincenzo bizimle çalışmıştı. taehyung kıskançlıktan dört köşe olurken onu siktir edip eğlenmeye bakmıştım. iki gündür de şehirden ayrıldığı için pimi çekilmiş bomba olarak gezmeye devam ettiğinden oldukça emindim.

bunların yanında bir köpek sahiplenmiştim. minik bir doberman. büyüyünce beni de geçecek türden bir doberman. hatta haftaya dövmeciden randevu bile almıştım bir doberman dövmesi için. biraz yanları kazıtılmış parlak şişme mont giyen alman elemanlara dönecektim ama aura denen şeye inandığım ve kendime de güvendiğim için düşünmeye gerek duymuyordum.

"bunun için teşekkür etmemeni sana defalarca kez söylemiştim hyung."

"şimdi benim müşterilere dönmem gerekiyor, yoongi birazdan birini öldürecek yoksa."

"pekâlâ, görüşürüz hyung."

telefonu kapatıp tezgaha bıraktığımda yemekten iğrenç bir koku geliyordu.

"hay ateşini siktiğimin ocağı, dibi tuttu kesin."

tavanın zeminindeki yapışkan yumuşaklık bu tezimi doğrularken ocağın altını kapatıp derin bir nefes aldım. ama almasam daha iyiydi sanki. sinirle suya tuttuğum tencereyi dayanamayıp çöpe bastıktan sonra koşarak oda spreyini almaya gittim.

kokulara hassas -yani minik bir kokuyu kilometrelerce öteden alabilmek gibi hassas- birinin bu denli iğrenç bir kokuya maruz kaldığını tahmin edebilir misiniz?

salondaki masanın üzerinde duran spreyi alıp mutfağa doğru sıkarak ve pencereleri açarak ilerlemeye başladım. sipariş verip bütün bu çileyi çekmeyebilirdim mesela. ama heves işte.

koku biraz olsun azaldığında bütün odaların kapısını ve penceresini açmaya çalışıyordum bir yandan. yatak odasının kapısı açtığımda karşı pencereden gelen ışıkla olduğum yerde duraksadım. taehyung gelmişti. hem de bana haber vermeden. onun evine bir ya da iki kez anca gitmiştim. bugünle birlikte üç olacaktı. ev biraz havalandıktan sonra şu an mışıl mışıl uyuyan bam'in mamasını ve suyunu ayarlayıp her yeri kapatığımdan emin olarak anahtar ve telefonumla birlikte evden çıktım. yemeği de orada yemek gibi bir planım vardı.

merdivenlerden inerken chanyoel ve baek hyunglarla karşılaştım.

"uzun zamandır neredeydiniz siz?" dedim iki adım merdiveni atlayıp yanlarında biterken.

"tatile gitmiştik kook, nasılsın?" dedi chanyoel hyung.

"sizden bir şey rica etsem?"

"elbette."

"ben bir köpek sahiplendim de, evde uyuyor diye evde bıraktım. anahtarı size bıraksam ben gelene kadar yoklar mısınız?"

baekhyun hyungun gözlerinin parladığına yemin edebilirdim.

You've reached the end of published parts.

⏰ Last updated: Aug 24 ⏰

Add this story to your Library to get notified about new parts!

rascal | tkWhere stories live. Discover now