777 83 55
                                        

ne kadar süredir sessiz kaldık ya da hangi ara o sessizlikte eve geldik bilmiyordum. fakat şu an kapının önünde arka cebimde anahtar arıyor olduğum gerçeği beni epey saşırtmıştı.

zaman algısı mı? siktir et.

taehyung omzunu kapıya yaslamış beni seyrediyordu bu süreçte. ve elim ayağım birbirine dolaştığı için de anahtar cebimde daha da kayboluyordu sanki. ya da ufak bir ihtimalle terzi göt cebini biraz içselleştirmişti, emin değildim.

"bana bırak."

taehyung'un sesiyle gözlerimi ona çevirdiğimde yüzündeki piç gülüşü ile bana doğru yaklaşmış, önce elimi cebimden çıkartıp sonra kendisi aramaya başlamıştı anahtarı. arka cebimde.

tamam, aslında olay sadece basit bir şekilde cepten anahtar çıkarmaktı fakat ikimiz de oyun oynamayı seviyorduk.

elini kalçamda hissettiğimde hafifçe kafamı kaldırıp gözlerine baktım. o sırıtış her şeyi açıklıyordu açıkçası. birkaç saniye sonra anahtarı çıkardığında bana uzattı.

pekâlâ, kendine gelmem gerekiyordu. acilen.

anahtarı alıp kapıya yöneldiğimde taehyung fırsattan istifade arkamda, ensemin dibinde bitti. nefesinin sıcaklığına kadar hissediyordum. bilmiyordum sadece. o bana bu denli yakınken, hatta o etrafımdayken beynimin durduğunu hissediyordum sadece. bir şeyi bu kadar çok isteyip de bu denli uzak olmak kadar çaresiz bir duygu yoktu benim için. gerçekten affetmek istiyordum. belki de çoktan affettim ve gururuma yediremiyordum. ya da yapmam gereken tek şey bu şehirden siktir olup gitmekti. karmakarışıktım.

örneklerden birine gelecek olursak şu an anahtar elimde küçüldükçe küçülüyordu ve ben yeterince baskı altındaydım.

yapabilirsin jeon, yapmalısın.

kendimi şaşırtacak bir biçimde kapıyı tekte açtığımda omuzlarımdan yük inmiş gibi hissediyordum. uzay boşluğuna birden bırakılmışım da bütün vücudum gevşemiş gibi. ama bu, ensemdeki sıcaklığı çok da etkilemiyordu. sanki hayatımın bu noktasında kazanmak ve kaybetmek arasında ince bir ipin üzerindeydim. ve ben kazanırsam kaybedecektim. bu, kaybetmeyi sevmeyen biri için fazlasıyla kafa açıcı bir olaydı.

ilk adımı attığım an evden gelen koku biraz olsun beni rahatlatmıştı. yumuşatıcı ile karışık senelerdir kullandığım hafif parfüm kokusu. yeterince ev gibiydi. içeri girdiğim an salona yöneldim, taehyung da peşimden geldi. ne yapacağımı, ne yapacağını, eve ne için geldiğimizi ve şu an nereye yürüdüğümü bilmiyordum. kafamın için o denli karmaşıktı ki, algılarımı yitirmişim gibi hissediyordum.

"bahsettiğin tablolar bunlar sanırım." dedi ben düşüncelerle boğuşurken. kafamı çevirdiğimde elleri cebinde, saçları alnına dökülmüş tıpkı kafamın içi gibi dağınık bir şekilde salonun ortasında dikiliyordu.

"evet, yatak odasında da olacak birkaç tane. sen bunları al. şu kapının arkasında paketleri var."

"hallediyorum."

işte bu benim kafamın içinde kısa bir toplantı yapmak için kaçma yöntemimdi. ona kısaca gelmemesini farklı bir şekilde söylemiştim. tabii kim taehyung hazretleri yine kendi bildiğini okuyacak biriydi, orası apayrı sinir bozucu bir kısımdı zaten. hızlı adımlarla odaya girdiğimde taehyung peşimde gelmedi bu kez. oldukça şaşırtıcıydı ama bu benim için de iyi bir şeydi. tabloları kafama geçirmek istemiyordum çünkü. neden bilmiyorum fakat taehyung yanımdayken yaptığım her şey götümde patlıyordu. kafam çalışmıyor, düşünemiyor, sağlıklı hareket edemiyordum.

biraz abarttığımı düşünüyordum açıkçası. iç sesim "şov yapma" diye bağırıyordu yüzüme.

duvarda asılı olan playboi carti, kanye west, machine gun kelly ve future tablolarını tek tek almaya başladım. içeride travis, 2pac, eminem ve drake vardı sadece. bazı şeyleri gerçekten biraz abartıyordum kabul ediyorum.

rascal | tkWhere stories live. Discover now