taehyung'un yanında ılık götlü bir elemana dönüşmem gibi.

alınacak her şeyi aldıktan sonra salona döndüm elimdeki tablolarla. taehyung da son tabloyu duvardan alırken evin gözüme boş gelmesi bir tık canımı sıkmıştı. ama güzel bir şeye sebep olacağını bildiğim için içim rahattı bir yandan.

"nigga zevklerin fazlasıyla iyi, hepsi seni yansıtıyor gibi."

"bana hitap etmeyen şeylere ilgi duymuyorum. bir seyler içer misin?" dedim ensemi kaşıyarak.

"olur, fark etmez."

epey tuhaf bir durumdaydık. taehyung fazla gevşek ve rahattı ama ben kasım kasım kasılıyordum. biraz daha böyle devam edersek ya altıma sıçacak ya da taehyung'u pencereden aşağı atacaktım. oldum olası belirsizlikten nefret ederdim zaten. ama ortada bir şey var mıydı o bile belli değildi. canımı sıkan nokta tam olarak burasıydı işte. ya ben kafamda kuruyordum, ya da taehyung orospu çocuğuydu.

ikinci ihtimal daha olasıydı.

dolaptan viskiyi çıkarırken zihnimde dönüp duran tüm ihtimaller, bir anda yere düşen şişeyle paramparça olmuştu. camın sesi değil, içimde çatlayan sessizlikti esas canımı sıkan şey. her şey bir yere kadardı değil jeongguk?

eğilip söve söve toplamaya çalıştığım o cam parçalarının arasında bir çift ayakkabı gördüm. yere eğilip "iyi misin?" dedi.

hayır.

cevap veremedim bir müddet. gözlerim hâlâ yere yayılmış sıvıda, aklım çok daha fazla derinlerdeydi. her şeyi bu kadar düşünmek ciddi anlamda zarar ziyandan başka bir şey değildi ve en büyük örneği bendim.

eli bileğimi sardığında kafamı kaldırıp yüzüne baktım. benden daha karmaşık bir şey varsa o da karşımdaki piçin gözleriydi. ayağa kalktığımızda bir süre sadece bakıştık.

"soru sordum."

cevabını bildiği soruyu.

"yeterince belli değil mi?" dedim sinirle.

yine o anlamsız bakışma süregeldi. fakat çok uzun tutmadı taehyung, eğilip dudaklarıma bastırdı dudaklarını.

tüm sesler o an tek tek kesildi. içimden şimdi değilse hiçbir zaman diyordu ve ben bütün ördüğüm duvarların başıma yıkılışını hissediyordum.

taehyung beni öptüğünde tüm sinirim, ar damarım, "mantıklı ol" diyen sesim dizlerimin oraya kadar indi.
öyle bir öptü ki, sanki uzun süredir bunu düşlüyor gibi değip, uzun süredir bunu saklıyormuş gibi. ya da tamamen benim içsel yaklaşımımdı.

tepki veremedim önce, hâlâ algılamaya çalışıyordum. tamam bu bizim için ilk öpücük değildi fakat bazı anlamda ilkti işte.

tişörtümün altına giren ellerini hissettiğimde artık karşılık vermem gerektiğini hissediyordum alt dudağımı hunharca sömüren dudaklarına aynı sertlikle karşılık verirken elimdeki kırık camı atıp ensesindeki saçlarına sardım parmaklarımı. hassas noktasıymış gibi ağzımın içine kalın bir mırıltı bıraktığında refleks olarak saçlarını çekiştirdim. elleri tişörtün altından belimi bulduğunda nefes nefese ayrıldım dudaklarından.

"taehyung," dedim. ama cümlenin devamı yoktu,
kendi adımı unutsam daha iyiydi zaten o an. o da bunu anlamış gibi yeniden eğilip sardı dudaklarımı. eş zamanlı olarak sırtım buzdolabına sertçe çarptığında dudaklarına doğru inledim. yeniden ayırdı dudaklarını.

göz göze geldiğimizde aklımda dönen tek şeyi, bütün karmaşaya sebep olan o olsa da yine de tek çözecek kişinin o olduğunun farkındalığıydı. nefesi yüzüme çarpıyordu. hızlı bir şekilde tişörtünü çıkardı.

"kendimi ne kadar tuttuğumu bilsen." dedi çenemi öperek.

ama taehyung, unuttuğun ya da bilerek yaptığın bir şey vardı. çenemdeki dudakların bütün zincirleri koparmış gibi bacaklarımı titretiyordu. ellerimi sıkıca omzuna sardım dengede kalmak için.

hassas noktamın çenem olması ancak benim gibi birinden beklenir bir şeydi zaten.

ama o bilerek yapıyordu. en azından yüzündeki sırıtış bana hem bunu, hem de şu an yüzümün ne hâlde olduğunu açık açık anlatıyordu. geri çekilip benim de tişörtümü çıkardığında ellerini baldırlarıma sardı. bacaklarımı beline sarmama yardımcı olarak kucağına aldı bu kez.

tenini tenimde hissediyordum.

ama öyle romantik bir yerden değil bu, bağımlı gibi. yoksun kalmışım da o her yerime bulaşmış gibi.

boynuma ıslak öpücükler bırakırken kafamı dolaba yaslayıp ensesindeki saçlarını çekiştirmekle meşguldüm. sert değildi. yavaş yavaş, sanki her bir noktayı ezberler gibi yavaştı. ama benim bütün algılarım altımda hissettiğim kemerinin tokasındaydı. saçlarını çekip yüzünü boynumdan ayırdığımda yeniden göz göze geldik. bir şey vardı gözlerinde, hani o okuduğumu kitaplardaki cümleler gibi değil. karanlık bakış ya da arsızlık? değil. bambaşka bir şey vardı ve ben adlandıramıyordum.

bu kez daha sert bir şekilde ben öptüğümde taehyung sanki aklımı okuyor gibi kasıklarını bacaklarımın arasına bastırıyordu. yeterince zor durumda değilmişim gibi. hırsımı dudaklarından çıkarıyordum çünkü yapabileceğim tek şey buydu olduğum konumda.

telefon çalmaya başladı, ikimiz de önemsemedik o an.

ağzıma kan tadı geldiğinde sırıttım. dudaklarım onunkilere değecek şekilde geri çekildim kısa bir süreliğine.

"bu defa yumruk yok, bu tadı bizzat ben alacağım." dedim sessizce. çenesine doğru süzülen kanı dilimle yakalayıp dudaklarına kadar takip ettim. taehyung sert bir şekilde sırtımı dolaba çarptığında ve bunu alt tarafıyla yaptığında ağzımdan gür bir inleme bütün eve köşe bucak yayıldı.

"sikeyim seni."

yine de o arsız sırıtış yüzümden gitmiyordu. ama telefonum inatla çalmaya devam ediyordu ve açma gerektiğini hissediyordum.

"indir beni, bakmam gerekiyor." dedim omzunu baş parmağımla okşarken. bir süre gözlerime baktı, dudaklarıma kısa bir öpücük bırakıp söverek beni yere indirdi.

"saçma sapan bir şeyse arayan elemanı sikerek öldüreceğim."

arayan jimin'di.

"efendim jimin?"

"geliyor musun yoksa ben bu yoongi denen ibneyi arabama tekerlek yapayım mı?"

"oğlum sus yoongi hyung duyarsa seni araba yapar direkt, yürek mi yedin.?"

taehyung tişörtünü giyip benimkini de yerden alırken inanılmaz mutsuzdu. ve alt taraflarında hafiften belli olan bir şişkinlik vardı.

"bak beni gazlama, nerede ne bok yiyorsan gel şuraya. çağırıp kaçmak ne lan? hoseok sen de bi dur sakinim işte."

"kapat geliyorum."

telefonu kapatır kapatmaz taehyung'un elindeki tişörtü alıp kafamdan geçirdim. hâlâ yüzü sinirli ve asık arası bir şeydi.

"jimin ve yoongi hyung birbirine girmiş galiba, gitmemiz gerekiyor."

taehyung gözlerini devirip hazırladığımız tablolara doğru yöneldi.

"yoongi jimin'i çiğ çiğ yer, yürek yemiş herhalde."

jimin de benim gibiydi, bu yüzden garip gelmiyordu. evden çıkana kadar az önceki durumumuz hakkında tek kelime konuşmadık. yolda da saçma sapan sidik yarıştırmak mevzuları hariç o konu tamamen kapanmış gibiydi. ama taehyung şu an pimi çekilmiş bomba gibi patlamayı bekliyordu.

ve benim inanılması güç seviyede hoşuma gidiyordu.

rascal | tkWhere stories live. Discover now