bilinmezlik içerisinde

11 1 0
                                    

ormana vardığımda yok ettiğim adamın kılıcının hala orada olduğunu gördüm kıkırdadım, ağaçtan çıkardım baktığımda keskin kılıçtı kılıcın kabzasında kristal deseni vardı bu desen çok güzeldi sebepsiz çok güzel gelmişti kılıcı kenarı atıp ağacın altına oturdum.

zamanın geçtiğini fark etmeden çalıların orada kıpırtı duydum hemen ayağa kalktım ne olur ne olmaz diyerek hançerimi çektim saçımı savurduktan sonra kıpırtının kimin yaptığını anladım Alment yine alkışlayarak geliyordu hareketsiz mimiksiz onu izledim gelmesini bekledim. geldiği zaman onun boyunun ne kadar uzun olduğunu fark ettim ben bir seksensem oda iki metre vardır diye düşündüm beni düşüncelerimden sorusuyla çekip aldı "ne düşünüyorsun" omuz silktim "boyunun çok uzun olduğunu, boyun kaç alment" açık sözlülüğüme şaşırmış olacak ki kafasını salladı ne dediğimi düşündüm acaba yanlış bir şey mi demiştim "bilmiyorum boyumu" kafamı salladım neden bilmediğini merak etmiştim kıyafetlerini göz kararı ile mi alıyordu bu "ateşim beni neden çağırdığını öğrenebilir miyim" onu izlediğimi fark etmemiştim bile utandım derin nefes alarak başladım konuşmaya "beni neden öldürmeye çalıştın" yumruğunu sıktı "sen beni neden öldürmeye çalıştın ölüm uçurumda yok olma riskim çok fazla olduğunu bilmiyor musun sen" çenesinin seğirdiğini gördüm neden bu kadar sinirlenmişti ah sorular sorular bitmiyor ona bir adım yaklaştım gözlerimin parladığını hissettim ellerime alevlerim akın etmişti "konuşabilirdik alment neden gelmedin, söylemedin benim seni zehirlemem gerekirken yapmadım" bir anda bana yaklaştı, ben daha ne olduğuna anlamadan belimden kendine çekti elimdeki alev sönmüştü ellerim göğsünde buluştu şaşkınca ona bakıyordum dumura döndüm "seninle evlenebilmem için yapmam gerekiyordu senin kurtulacağından emindim blaze" bana daha önce hiç blaze dememişti ilk defa adımla sesleniyordu bana "emin ol o gistre çiçeğini kendim bulup kendimi zehirlerim" kendine daha fazla çekti belimdeki elleri çok değişik hissettiriyordu "tüm sebebi seninle evlenebilmek" benimle evlenmekmi istiyordu ben onu ilk defa gördüğüme emindim oysaki. ellerimle kendimi ittirdim oda geriye bir kaç adım attı boğazımı temizledim "ben seninle başka bir şey konuşmaya geldim alment" "nedir o" hançerimi düşürmüştüm kendine  bir anda çekince kendime yeni yeni geliyordum "ruh belirleyicisinin yerine başka birisi geçmiş olabilirmi" kafasını iki yana salladı "hayır bu imkansız ateşim" ateşim demesini umursamamaya çalıştım "o ölümsüz" lafını bitirir bitirmez konuştum "onun yerine geçmek isteyen kötü ruhlu birisi mahzenden kaçmış onu yok edip yerine geçmiş olabilirmi" ağzı açık kalmıştı sesli nefes verdim, kendini toparlamasına izin verdim "haklısın bu konuyu araştıracağım sen şimdi şatoya git sana  mektup göndereceğim" tamam dedikten sonra direkt yola çıktım...

ALMENT

düşüncesi karşısında şaşırmıştım herkes mahzenden kaçan kişiyi yok oldu biliyor ama o yok olmadı.

kristal şatoya doğru yola çıktım ne yapacağımı bilemeden yürüdüm bunu nasıl öğrenmiş olabilirdi annesi ve babası ölmüşken bunu nasıl akıl edebilmişti kardeşlerinede söylemiştir önüme çıkan taşa sertçe tekme attım fırlayışını seyrettim "kahretsin" bir tekme daha ona aşık olmuştum bu planımda yoktu bunun olmasını beklemiyordum bir anda onu kendime çektiğimdeki bakışı düştü gözlerimin önüne çimenlerin üzerine attım kendimi kapattım gözlerimi onun kırmızı gözlerini düşündüm saçlarını düşündüm, o eşsizdi ve çok güzeldi ama keşke aşık olmasaydım işler kolaylayabilirdi belki ama onu sevmek güzeldi hemde çok güzel gerçekleri öğrenince benden nefret edecekti olsun be onu sevmek bile benim için özel 

"Alment!" adımın seslenildiğini duydum ayağa kalktım yaprakların hışırtısından bana doğru geldiğini anlamıştım bekledim. karşıma gelenin benden üç yaş büyük olan abim Arthur'un olduğunu gördüm karşıma dikildi "ne yapıyorsun burada" çok kuralcı bir adamdı babasının sözlerine karşılık veremezdi galiba babamız yok olduktan sonra abim kral olacağı içindir "bir şey yapmıyorum sadece dolaşıyordum" kılıcını çıkarttı ucunu toprağa geçirdi muhafız gibi kılıç taşımayı ne zaman bırakacaktı anlamıyordum zaten anlamaya çalışmayı bırakalı çok oldu düşünmeyi bırakalı da, "gaia'ya mektup gönderildi onunla bulaşacağım" sırtım dikleşti acaba ona ne yapacaktı verilen saçma sapan görevi yapacak mı "ona zarar verme" bana bir adım yaklaştı "sanane kardeşim eninde sonunda karım olacak zaten istediğimi yaparım" yarım ağız gülümsedim yakasından tuttum yanımdaki ağaca geçirdim "ona, veya ailesine zarar veremezsin, he eğer ben veririm diyorsan karşında beni bulursun lan ailesini öldürdün it herif yeter" sinirle çimenlere yapıştırdım. ailede en güçlü bendim bana kaldırdıkları elleri kırarak onlara geri iade ediyordum ve bu hoşuma gidiyor. yerden yavaşça kalktı kılıcına doğru yürüdü bana kılıçla saldıracağını biliyordum gülümsedim benim kanımdan olan abimde böyleydi işte ondan güçlü olmamı kendine yediremiyordu ve beni her an yok etme ümidi ile yaşıyordu. yazık kafana abicim. kılıcı çekti tutarak benim üzerime koştu kolayca hareketlerinden kaçabiliyordum, arkamdan hışırtı duyuca kafamı çevirdim bunu fırsat bilen abim omuzuma kocaman yarık açmıştı ona döndüm ağzı kulaklarına varasıya gülümsüyordu onu boş verip omuzuma baktım sanki bakınca acısını hissetmiştim yüzümü buruşturdum arkamdaki hışırtı daha fazla yaklaştı abimin bir oyunu olabilir diye düşünürken, kırmızı saçlar görüş açıma girdi fısıldadım "ateşim" bana doğru döndü gözleri çok fazla parlıyordu göz kırptı onu süzdüm alevleri ellerindeydi "selam, isminizi ve kimin ruh eşi olduğunuzu öğrenebilir miyim" konuşurken aynı zamanda abim Arthur'a yaklaşıyordu abim cevapladı "adım arthur gaianın ruh eşiyim sen kimsin" bana baktı sona tuttuğum omzuma gözleri bir anda parlamayı bıraktı omuzumda gözleri takılı kaldı, tekrar abime döndü "ben blaze" kafasıyla beni gösterdi "birde benimle savaş bakayım" abimin gülümsemesi söndü blaze'nin elinde ateşten kılıç belirdi ağzımdan vaow dercesine ses çıkmıştı beni duyduğundan emin olamadan bana dönüp kıkırdadı gözlerim gülüşüne kaydı çok güzel gülümsüyor, bana daha önce bana hiç gülmemişti çünkü ben onun hep canını yaktım. onlara odaklandım arthur atak yapıp saldırmıştı blaze ondan kaçtığı gibi kılıcını savurdu çok hızlı hareket etmişti kanlar savruldu arthur bu sefer onu boynunu hedef almıştı tedirgindim kılıcını boynuna doğru haykırarak savurdu blaze ateşten kılıcıyla onun kılıcını engelledi daha sonra kılıcın altından eğilerek kurtuldu kılıcını çekerek boğazına sıyrık attı kılıcını yok ederek uzaklaştı "pardon arthur benim hatam" gülümsedi bir isim seslendi narissa mavi elbiseli su rengi saçları masmavi gözleri, güzellik genlerinde var galiba ama hiçbiri ateşim kadar olamaz. Arthur'a ters bakış atarak yanıma geldi "iyimisin alment" eliyle omzumun üzerindeki elime dokundu mest olmuş şekilde bakarak cevapladım "seni görünce acısı geçti" gülümsedi bu gülümseme çok değişikti çok içten sıcak gülümseme gözlerim gülümsemesinde kaldı baktım sanki bir daha göremeyecek gibi baktım boğazını temizledi "narissa yarayı temizle dik ve sar hadi" narissa hızlıca yan tarafıma geldi bende blaze e dönüp sordum "senin ne işin  var burada" omuz silkti "şatoya yavaş yavaş giderken senin ismini birisinin bağırdığını duydum narissa yani ikizimde yanıma ışınlanmıştı bende bir şeymi oldu acaba diye merak ettim geldim" gözleri bir anda omuzuma çevrildi başıyla bir şeye onay verdikten sonra omuzumda keskin acı hissettim fark etmeden boğazımdan hırıltılı bağırma çıktı, kafamı çevirip bakacağım sırada blazenin soğuk elini yanağımda hissettim ona baktım şaşkın ifadeyle karşımdaki bana kafasını kaldırarak bakan kırmızı gözleri gördüm dizimi kırarak onun gözleriyle gözlerimi hizaladım gülümsedi yanımdaki narissanın ayağının altına buz kütlesinin olduğunu fark ettim boyuma ulaşmak için altına buz kütlesi yapmıştı demekki elementeli suydu, gözlerini benden çekmeyen ve baş parmağı ile yanağımı okşayan blaze'ye ona odaklanınca kolumdaki acıları hissetmemeye başladım. yarım saat anca geçmişken blaze ben bakışıyoruz narissa koluma bir şeyler yapıyordu bitirmiş olacak ki "işim bitti ikizim" narin sesi kulaklarıma ulaştı dizlerim kırık durduğumu unutmuştum bile dizlerim ağrıyor. balze elini yanağımdan çekti bende o zaman kendime geldim önümden çekilince abimin yerde yattığını gördüm ölmemişti ölseydi yok olurdu "blaze, narissa size çok teşekkür ederim ben şimdi yerdeki Arthur'u alıp gideyim" blazeye döndüm ona eğilerek yanağına hafif öpücük kondurdum yanında narissa olmasa dudağına yapışırdım, blazenin kulağına doğru fısıldadım "teşekkür ederim ateşim" gözlerimin içine baktı bende arkamı döndüm abimi yerden alarak kocaman kanatlarımı çıkartarak uçtum arkamdan ne düşündüklerini biliyordum blaze daha yeni kanatlarımın olduğunu ve uçabildiğimi öğrenmişti narissada öyle. siyah kanatlarımla şatoya doğru yola koyulmuştum bile...

doğanın gücü elementel ve kristallerHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin