güven

10 2 0
                                    

ölüm uçurumuna gidersem ölme riskimin olacağını biliyordum. ruh eşimin görevinin beni öldürmek olduğunu da biliyordum bugün gidecektim, ben yok olmaktan korkmuyordum narissayı benden başka koruyan yok, olmayacakta ortada kalıp onu çok ezerler ondan korkuyordum, neyse zaten yok olmayacağım gidelim de derdinin ne olduğunu öğrenelim.

uçurumun kenarında ayaklarımı sallandırıyordum yine siyah deri tayt kemerinde beş tane hançerim vardı her ihtimali göz önünde bulundurarak hem rahat hareket edebileceğim şeyler seçmiştim üzerimde siyah vücuduma yapışan bluz vardı kolları uzundu baş parmağımdan geçen kol kısmında rahatça hançerimi saklamıştım, üzerimdeki bluz boğazlı olduğu için kırmızı saçlarımı sıkı at kuyruğu yapmıştım. rahat olursam rahat hareket edebilirim saldırı gerekirse kaçabilirim ve saldırabilirdim.

sonunda gelmişti arkamdan adım sesleri duyunca kalktım yine aynı gelmişti bu sefer siyah eşofman üzerinde siyah tişört vardı sanki uykudan kalkıp gelmiş gibiydi gözlerimi kıstım "evet seni dinliyor neymiş senin derdin bakalım" gülümsedi gözlerim gülüşüne kaydı niye bu kadar güzel gülümsemiş tiki gözlerimi siyah gözleriyle buluşturdum  "ateşim yapma ama beni gördüğüne sevinmedin mi" kafamı sabır dilenircesine salladım artık söylese de gitsem diye düşünüyordum "saçmalamayı bırak Alment ve söyle" isini bastıra bastıra söylemiştim ellerini cebine yerleştirdi her seferinde böyle yapıyordu ben ona saldırmaya çalışsam elleri cebinde bana karşı gelemeden yok olur, kafamı omzuma düşürdüm "ateşim sanada görev verildi biliyorum" bana bir adım yaklaştı elim hançerime gitmişti "ve bana seni bu uçurumdan atmam görevi verildi" ben daha anlamadan bir anda eğildi bana çelmeyi taktı omuzumdan ittirdi "şerefsiz" yakasından yakalar yakalamaz kendimi ona çektim afallamıştı ağzı açık kalmış siyah gözleri kırmızı gözlerime çok yakındı nefeslerimiz bir birine değiyordu "ateşim özür dilerim hayatta kal" yakasındaki ellerimi çekti hemen arkasını döndü bir an duraksadı kimi gördüğünü merak etsemde şuan düşüyordum kahretsin tekrar dikkatimi karşıya verdim gördüklerime şaşırmış ağzım açık bakakaldım sanki şu an bile her şey dondu kaldı düşmem bile. 

zephyna bana koşarak geldi eğildi baktı bense çoktan düşmüştüm ağzından haykırış düştü "abla yok olma sakın geliyorum" ışınlanacaktı diyarda sadece narissa ve zephyna ışınlanabiliyordu ben düşmeden uçurumun aşağısına inmişti sanki her şey çok yavaştı  sanki ben düşmüyordum olduğum yerde duruyordum, ama sanki "abla seni tutacağım korkma" yere yaklaştığımı anladım bir müddet sonra zepyhyna beni tutmuş benimle beraber yere düşmüştü boynuma  sarılmış ağlıyordu kendimi toparlamaya çalıştım zephynanın yüzünü avuçlarımın içine aldım cidden benim için ağlıyordu sarıldım onu sıkı sıkı sardım neden benim için bu kadar endişelenmişti beni nerden bulmuştu "zephyna benim buraya geleceğimden nasıl haberin oldu" kollarımın arasından çıktı "narissa aklını okumuş kendi kurtaramayacağını bildiği için bana geldi ışınlanabiliyorum diye" kafamı salladım zephynaya baktım gözleri kızarmış burnu şişmişti çok tatlı duruyordu gülümsedim "kendi olalı bir fare tutmuş desene o zaman" güldü burnunu çekti ayağa kalktı bana elini uzattı "hadi ablacım daha alman gereken intikam var kalk hadi" elini tuttum ayağa kalktım "hadi bakalım bulalım kristal bozuntusunu" ikimiz yan yana ilerlemeye başladık  fazla ileriye gitmiş miydi  acaba. bir anda bana verilen görevi hatırladım durdum zephynaya döndüm, durdu "blaze ne oldu" zephyna meraklı gözleriyle bana bakıyordu ona doğru yavaşça döndüm "banada görev verilmişti" zephyna kafasını eee dercesine salladı "çabuk şatoya gitmemiz gerekli bizi ışınlayabilirmisin" kafasını olumlu anlamda salladı bir anda tozlarla beraber şatodaydık fısıldayarak teşekkür ettim ve hızlıca toplantı odasının yolunu tuttum. yanımdan geçen hizmetkarıma seslendim "elvina" bana doğru döndü, hafif gülümseyerek reverans yaptı "emrinize amadeyim kraliçem buyrun" kafamı sallayarak teşekkür ettim "ablamı ve narissayı toplantı odasına gönder çabuk olsunlar" kafasını salladı hızlıca ilerledi bende yanımdaki zephyna ile toplantı odasına alelacele gittik

 ablam gaia bütün asilleği ve ihtişamıyla kapıdan içeriye girdi kafasıyla bize selam vererek en baş köşeye oturdu, arkasından narissa küçük adımlarıyla geldi zihin yoluyla benimle konuştu blaze ne oluyor korkutuyorsun onun masmavi  gözlerine baktım geç ikizim anlatacağım cevabımı verirken karşıma oturdu ben ablamın sağ köşesine karşıma narissa ve yanımda zephyna olarak oturuyorduk küçüklüğümüzde babam belirlemişti yerimizi.

ablam boğazını temizledi ona baktım elini buyur dercesine salladı derin nefes alarak konuşmaya başladım "bugün alment yani ruh eşim beni ölüm uçurumundan ittirdi" ablamın gözleri büyümüştü tam konuşacağı sırada elimle onu susturdum "onun görevi beni uçurumdan atmaktı o yüzden pek takılmadım ve zephyna sayesinde hayattayım" zephynanın gülüşünün sesini duydum narissaya baktığımda masayı izliyordu devam ettim "banada onu zehirleme görevi verilmişti narissaya bıçaklama görevi" hararetle konuşuyordum çıt çıkmadan beni dinliyorlardı "bütün görevler öldürme üzerine verilmiş yani bu görevleri veren kişi iki karşı krallığın varislerini öldürmeye çalışıyor bu görevleri kim veriyor" ağzından sadece bir kelime çıktı "ruh belirleyicisi" anlamaz gözlerle ona baktım "o kim abla" kafasını iki yana salladı "o kötü ruhları, ruh  eşlerini belirleyen kişi bu diyarda ilk defa ölüm üzerine belirlenmiş" ayağa fırladım benimle zephynada kalkmıştı hepsine sırayla baktım "ya yerine başka birisi geçtiyse" kafasını olumsuzca salladı defalarca "böyle bir şeye imkan yok blaze o ölümsüz yok olamaz yani" parlayan gözlerimi ona diktim "ya o yok olmadıysa" ablamda ayağa kalktı ellerini masaya dayadı "ne saçmalıyorsun" elimi saçlarımın arasından geçirdim "yani diyorumki yok olmamışsa yok edilmişse" kafasına dank edicekki ağzı açık kaldı "doğru ya onun yerine geçmek isteyen birisi vardı ya oysa" "o kim abla" dişini dudağına geçirdi ellerini masadan çekti derin nefes aldı "diyarın en kötü ruhlusu geçen ay mahzenden kaçmıştı herkes öldü biliyor ama ölmedi" kafamı salladım belki alment biliyordur "izninizle çıkıyorum" diyerek fırladım hala savaşçı kıyafelerimle duruyordum ablamın bağırışını duydum "blaze nereye gidiyorsun zepyhna yanlız bırakma blaze koş" dahada hızlanmıştım odama gider gitmez mektup yazmaya başladım Almente mektup gönderecektim 

alment konuşmamız lazım çok önemli akşam sekiz beni ilk bulduğun ormanda ol 

mektubumu yazdım penceremin önüne koydum seslendim "mektup perilerim bunu kristal krallık alment varisine gidecek" anında arkasında kırmızı tozlar bırakarak gitti mektup perilerini kimse göremezdi onlar her pencerenin önünde durur mektupları istendiği kişiye götürüyorlardı buda işime yarıyordu şu an saat altıydı iki saat sonra ormanda olmam lazım umarım ekilmem

kapıdan çıkarken kapımda nöbet tutan iki muhafız ve zephyna "ateş aşkına ne yapıyorsunuz burada" zephyna omuz silkti "nöbet" nefes verdim ilerledim yemek yemeye iniyordum enerjimin yüksek olması gerekiyor.

saat çoktan yedi ye gelmişti üzerimi hiç değiştirmemiştim şimdiden gitmek istiyordum biraz ormanda vakit geçirmek iyi gelebilirdi çok değerli hizmetkarıma seslendim "elvina" dakikalar içerisinde yanımda oldu hafif gülümseyerek reveransını yaptı "emrinize amadeyim kraliçem buyrun" her seferinde böyle demesi hoşuma gidiyordu gülümsedim "kardeşlerime haber ver ben ormana gidiyorum iki saate dönerim" tam gidecekken hareketlendi "kraliçem yanınıza bir muhafız gönderebilirim" kafamı iki yana salladım "gerek yok teşekkür ederim sen haber ver yeter" kafasını salladı hızlı adımlarla yanımdan kayboldu bende yavaşça ormana doğru ilerledim...

doğanın gücü elementel ve kristallerWhere stories live. Discover now