5

219 25 27
                                    

Etrafımı saran sıcak su aniden buz kesmiş, ağrıyan belimden iğneleme hissiyle sokulurken parmaklarımı soğuk küvetin mermerine sıkıca kavradım. Kapıyı kilitlemiştim, buna sonuna kadar emindim ancak garaj kapısını, bahçeyi ya da mutfağın kapısını kontrol etmemiştim. Belki de Gökçe herhangi bir tanesini kilitlemeyi açık unutmuştu, yaz sıcağından dolayı klimaları açmak yerine belki de pencereyi açık bırakmıştı.

Onun evime girebilmesi için binlerce ihtimal vardı ve her birinin yolu ya çok engebeliydi ya da çok düzdü.

Lakin bunlar önemli değildi. Önemli olan neden burada olduğuydu. Daha birkaç saat önce beni görmek istemediğini, unutmam gerektiğini vurgulayarak beni bırakıp gitmişti. Şimdi ne değişmişti de evimdeydi? Bir şeyler mi hatırlıyordu? Öyle bile olsa ben küvetin içinde saklanırken kapımda dikilmesi hoş değildi.

Belki de beni öldürmek istiyordu. Tüm Cennet Çocuklarını öldürdükten sonra beni arkasında bırakmaktan vazgeçmişti. O gün neden bunu yapmadığını hatırlamış ve bugün, bu kararından vazgeçmişti.

Belki de sadece emirleri uygulayan bir askerdi.

Banyoya doğru adım attığında yumuşak halı onun çamurlu botları altında ezildi. Onu en son gördüğümde olduğu gibi üzerinde siyah tişört ve eşofman varken şimdi çamurlu üniformasını giyiyordu. Yanağındaki çamur hala olduğu gibi dururken gözleri, o köy yolunda arabadan yansıyan kırmızı ışıkta karanlıkla harmanlanmış parlıyorsa, şimdi de aynıydı. Acımasız, hedef odaklı ve ürperticiydi.

Küvetten çıkmak için kendimi yukar çektiğinde kaşları tehditkar bir ifadeyle havaya kalktı: "Sakın."

Sözlerine tutulmuş, üçüncü adımını küvetin içine atmasını, botlarının tabanındaki çamurun beyaz köpüğü kirletmesini izlerken bacaklarımı kendime çekerek küvetin içine iyice gömüldüm. Küvet seçimini olması gerekenden biraz büyük yapmıştık ancak onun içine gömüleceği kadar büyük değildi. Dizlerinin üzerine çöktüğünde suyun temiz tek bir yanı kalmamıştı.

"Lütfen, söz verdim. Ben sözümü tutarım," dediğimde vücudumdan yayılan titreme suyu dalgalandırıyordu.

Ellerini ellerimin üzerinden küvete bastırırken "Sözler değil... O çocuklar nerede?" diye sordu.

Ağırlığı üzerime çökerken "Kimler?" diye sordum.

"57... 62..."

Başımı iki yana sallarken "Öldüler," dediğimde başı omzunun üzerine doğru yavaşça eğildi.

"Sen yaşıyorsan" derken parmaklarımın üzerinden kayan parmakları omuzlarıma ve oradan da boynuma tırmanmıştı. "Senin gibiler de yaşıyordur,"

Boynumu saran parmakları beni suyun dibine doğru iterken "HEPSİ ÖLDÜ!" diye bağırdım ancak genzime dolan köpüklü suyun acı hissiyle küvetin içinde çırpınarak doğruldum. Kalbim, göğüs kafesimin içinde yırtıcı hayvanlar tarafından sarılmış güvercin gibi çırpınırken boğazıma dolan sabunlu suyun acı tadıyla takla atan miden kasılırken kendimi küvetten çıkarıp başımı klozete gömerek akşam yemeğinde yediğim ne varsa hepsini çıkardım.

Rüyanın etkisiyle nefesim hala sıkışırken kendimi güç bela ayağa kaldırıp lavabonun başında dikildim. Yüzün rüyanın etkisinden mi yoksa Çakın'la son karşılaşmamdan dolayı mı emin olamadığım bir şekilde olması gerektiğinden daha beyaz, dudaklarım ve gözlerimin altı olması gerektiğinden daha kızarıktı.

Dizlerimin üzerine çökerken kıyafetlerimden sıçrayan çamurla kirlenmiş beyaz halıya baktım. Hayır, onun ayak izleri yoktu. Evime girmemiş, beni boğmamıştı. Bu gece kavga ettiğimiz gibi sadece korkutmayı hedeflemiyor, aksine doğrudan öldürmek istiyordu.

TARUMARWhere stories live. Discover now