2

197 27 52
                                    

CENNET YETİMHANESİ/ YAZ BAŞI/ 17 YIL ÖNCE

Ada, surların içi bilen biri için küçüktü lakin ben buraya tamamen yabancıydım. Güneşli güne, yeşil ve çıplak ovaya aldanıp adımlamış ve adımladıkça da kendimi sonsuzluğun içinde duvarların dibinde, tel örgülerden çizilmiş sınırın eşiğinde bulmuştum. Sıkı sıkıya ötülmüş tel duvarların etrafında biten yabani otlar, diğer tarafı saklıyordu. Dokunduğum tellerden elektrik cızırdıyor, güneş giderek dönüyor ve kızıllığı mavi göz yüzünü boyamaya hevesle yaklaşıyordu.

Kaçmayı istediğim günler olmuştu ancak bu, o günlerden biri değildi. Uysal davranıp onların istediklerini yaptıkça geçen yaralarımın verdiği konforu hissetmiştim. Bacaklarımın arkasındaki kızılcık sopası izleri iyileştikçe daha rahat uyumuş, uyanmıştım. Burada yaşamaya alışmıştım. Fiziksel yaralarımın iyileşmesine ve buraya mahkum olduğumu kabullenmeye başlamıştım.

Ama yine de hala kaçıp kurtulma arzusunu besliyordum. Adanın bir yerinden karayı görmeyi, yüzmeyi bilmesem de bir balinanın yaklaşıp bana ağzını açmasını, beni karaya götürüp yanağıma öpücük kondurmasını istiyordum.

Kendi başıma kaçabilecek kadar güçlü değildim.

Bekçi'leri yenebilecek kadar güçlü değildim.

Uzun otların arasına saklanıp bacaklarımı karnıma çekerek gözlerimi sımsıkı kapatıp güneşin sıcaklığı altında gözlerimi kapattığımda annemle çimlerin üzerinde uzandığımız günü anımsadım. Bahar ayının en tatlı günlerinden birinde, çiğdem çiçeklerinin arasında, onun söylediği ninniyle birlikte uyurken üzerimi örten sıcaklığın hissini derimin üzerinde hissedebiliyordum.

Şimdi, gözlerimi açtığımda annemi yanımda bulamayacağımı biliyordum ancak yine de açtım. Çıplak gökyüzünde uçan kuşları, martıların sesini dinlerken kollarımı iki yana açmak, en az onlar kadar özgür olup gökyüzünde süzülmek ve istediğim yere, sıcak diyarlara yuva kurmak ve sürekli uçmak istiyordum.

Yerleşmek değil, sürekli uçmak ve kaçmaktı hayalim.

Bir kuş gibi sıcağa doğru çekilmek istiyordum.

Icarus gibi güneşe doğru yükselerek yanmak istiyordum.

Bana doğru yaklaşan ayak seslerini duyduğumda vücudum kaskatı kesildi. Oysa kaybolduğumun farkındaydım, birine teslim olmam gerektiğini ve yeniden beni taş binaya götürmesini istemem gerekiyordu lakin kızılcık sopasıyla terbiye edileceğimi bilmeme rağmen kurtulmak için hiçbir şey yapmak istemiyordum.

Çimleri ezen ayak sesleri git gide yaklaşırken konuşmalar da netleşiyordu. Bekçilerle aynı dili konuşmuyorlardı, burada bildiğim tek dili konuşanlar topraklarıma ait askerlerdi. Bir tek onlar benimle aynı dili konuşuyorlardı.

"Burası bizim vatanımızın toprakları değil. Burada şehit düşsek ölümümüz şehitlik mertebesinde değil, cehennemin yedi kat dibinde olur," diye adamın sesini tanıyordum. Sesini duyduğum anda haftalar önce beni badem ağacının altında bulan askerin yüzü gözümün önüne gelmişti.

"Büyük konuşuyorsun. Biz burada yine vatanımız için varız. O çocuklar vatanımız için yetişiyor,"

"Rumların elinde işkence çekerek yetişiyorlar. Hiçbir zaman vatanlarına sadık olmayacaklar. Parayla ve güçle taraf değiştiren robotlardan ibaret olacaklar,"

Diğer adam iç geçirirken "Bana da ver bir sigara," dediğinde ikisinin arasında kısa bir sessizlik oldu. Çakmaklar çakıldı, derin içler çekildi ve verdikleri nefesle birlikte sigaranın kokusunu duydum. "Nereleri istedin?"

TARUMAROnde as histórias ganham vida. Descobre agora